Bırakma Zamanı

CEO’s Üst Düzey Yöneticilerin İş ve Yaşam Dergisi 2008/Sayı 54

Dünyada kendiliğinden işi bırakma ve istifalar giderek artmaktadır. Bunun temelinde yatan CEO’nun bulunduğu organizasyonda misyonunu tamamlamış olması, yerini yetiştirdiği kişilere bırakmak isteği, farklı bir şeyler yapma arzusu, girişimcilik ruhunun ağır basmasıdır.

Bazen bir süre sonra üst taraf ile yaşanan fikir ayrılıkları, şirketin kötüye giden finansal durumu, ekonomik kriz, şirket birleşmeleri, satışı ve organizasyonel değişimler de mecburi olarak  işi bırakmaları gündeme getiriyor. Ayrıca CEO’nun performans düşüklüğü ve yaşadığı stres ve baskı da işten ayrılmalarda etkili olmaktadır.

Rekabetin yoğunluğu, giderek değişen yaşam tercihleri ve kolay olmayan ekonomik istikrarsızlıklar, Dünya’da ve paralel olarak Türkiye’de üst yönetim değişikliklerinde giderek artışa neden oluyor. Artık yöneticilerden beklentiler daha üst düzeye ulaşmış durumda. Bunu kontrol altında tutan, hayatını ve kendini işe odaklayan, hırslı, arzulu yöneticiler kalıcı olmakta, bir diğer trende de bu başarılı CEO’lar için kar payı, şirket ortaklıkları da gündemde olmaktadır.

Haksızlığa uğrayan kişiler de mevcut. Örneğin zor dönemleri atlatıp da şirketi karlı hale getiren, iyi yöneten, sistemi ve düzeni kuran yöneticiler, bir süre sonra organizasyonlarda pahalı hale dönüşmektedir. Bir önlem olarak düşündüklerinde zaten var olan düzeni herhangi bir CEO’nun  daha uygun maliyetlerle yürütebilmesi mümkün olduğundan, şirket eski CEO ile yollarını ayırabilmektedirler. Bunu, daha çok ülkemizde Türk sermayeli firmalarda gözlemliyoruz.

CEO’ların Türkiye’deki ortalama görev süresi 5-7 yıl arasındadır. Daha uzun süreli de olabilmektedir, ama  yurt dışında daha uzun süreli ve istikrarlı. 10 yıl ve üzerinde CEO’luk yapmaya devam eden profesyoneller söz konusu. Gelişmiş ülkelerde daha yenilikçi ve innovasyona önem veren, yeni yönetim modelleri ve uygulamaları daha fazla göze çarpmaktadır. Dolayısı ile daha fazla bireysel gelişim görüyoruz. Yeni kurulan büyüklü küçüklü işletmeler, sürekli nitelikli üst düzey yöneticilere ihtiyaç duymaktadır.  

Türkiye’de sektör değiştirmek isteyen, kendi işini yapmak isteyen, vizyon sorunu yaşayan, mali portre ve mecburiyetden vb sebeplerden dolayı iş değiştirmelerin oranı %9-%15 arasındadır. 

Türk yöneticilerde, bulundukları mevkii ‘yi kaybetme korkusu, yabancı yöneticilere göre  daha yüksek olmasına rağmen ; yurt dışında iş değiştirme oranı daha düşük. Daha istikrarlı bir ekonominin olması bunda etken olabilmektedir.

Ancak giderek dünyadaki gelişmeleri, yeni yönetim modellerini, trendleri izleyen CEO’ların ülkemizde gerçekten başarılı olduklarını gözlemlemekteyiz. Giderek daha başarılı, sonuç odaklı lider yöneticiler yetişmektedir. CEO’lar, yenilik fikirlerinin çoğunun şirketin dışından, özellikle çözüm-iş ortaklarından ve müşterilerden geldiğini söylüyor. Mali performasın iyi olması tamamen işbirliği fırsatlarının iyi değerlendirilmesi ile doğru orantılı olmaktadır.

Türkiye’de, FMCG, Perakende, Holding, Üretim, Kimya, Otomotiv sektörleri biraz daha istikrarlı gibi görünüyor. İstisnalar hariç bazı uluslar arası şirketlerde stratejik kararlar sonucunda,  var olan Türk GM, CEO’lar değiştirilerek,  yabancı yöneticiler tercih edilmeye başlandı. Finans, İnşaat , Bilişim ve Turizm ‘de sanki yer değiştirmeler biraz daha hareketli gibi görünüyor.

Ayrıca,  değişimin, çoğu zaman  işe pozitif etkisi de yadsınamaz.

Halka açık şirketlerde CEO’lara baskı az. Esas , halka açılana kadar olan zorluklar,  engeller var. Sonrasında iş bitmese de , devamlılığını sağlamak ve uzun vadedeki misyonunun yerine getirilmesi için çalışmaların ve stratejilerin devam ettirilmesi zorunluluğu gerçeğini göz ardı edemeyiz.  

Dünya’da,  CEO’ların % 55- 60’ının, pazarda etkin ve rekabetçi güçlerden kaynaklanan baskılar nedeniyle önümüzdeki iki yılda şirketlerini radikal şekilde değiştirmeyi planlıyorlar. CEO’ların çabasının, iş modelinde ve operasyonel alanda yenilikçiğe yönelik olduğunu düşünüyorum. İnovasyona odaklanan CEO’lar,  rakibinin iş modelinde gerçekleştireceği değişikliklerin, sektörün tamamında radikal bir değişiklikle yol açabileceğini düşünüyor.

Halka açık şirketlerde CEO’ların yeri kesinlikle daha sağlam.

Her sektörün dinamikleri ve zorluklar başka ama Holding, Şirketler Grubu, Beyaz eşya, Telekom, FMCG ve Finans’da CEO’lar üzerindeki baskı daha yoğun.

Türkiye’deki CEO’ların geçmişine baktığımızda, birçok farklı kabiliyet, başarı ve  deneyim görmekteyiz. İlk ya da ikinci işi olan CEO sayısı az. Sektörel tecrübeleri geliştirme, farklı organizasyonel yapılarda olma, olumlu olumsuz yaşanan her şey, yapılan stratejik hatalar ve ortaya çıkan başarılar sonrasında, güven duyularak ve tüm bunları aşmış olarak  bir işin başına geliyorlar. Dolayısı ile geçmişte mutlaka farklı tecrübeler var. Bunlar yadsınamaz.

Dünya’da da aynı durum geçerli. Hak etmeden,  hakkını vermeden, tecrübe etmeden,  kimse bir işin sorumluluğunu alamaz.

Türk iş dünyasında CEO kavramının bilincinde olan yapılar elbette var. Genel olarak, daha orta ve küçük ölçekli işletmelere bakıldığında, aile yönetimi kavramından profesyonel yönetim anlayışına geçmesi arzulanan ve beklenen çok şirket var. Tabii bu, ekonomik istikrar ve içinde bulunulan sektör,  işin büyümesi ve geleceği ile ilgili bir konudur. Şirketler kar elde etmek için ticari bir bakışla var. CEO’ların rolü ise, temsil, yönetim vb  fonksiyonlar dışında, esas olarak şirkete maliyet unsuru değil, kar odaklı olması önemsenmelidir ve anlaşılmalıdır. Bu nedenle bütün organizasyonlarda profesyonel bir yönetim olgusunun oluşması temennidir.

Ayşen Arıduru

Asalet

Black or White Cemiyet, Yaşam ve Kültür Dergisi/2015

Eğer sorsanız: “Sessizlik nedir? Cevap veririz: O Büyük Ruh’ un sesidir.” Yine sorsanız: “Sessizliğin meyveleri nelerdir? Cevap veririz: Kendi kendini kontrol, gerçek cesaret demek olan metanet, sabır, vakar (ağırbaşlılık), ve saygı.’’ Yani Asaletli Olma. Kızılderili Sözü

Asalet; duruluk  ve doğruluk içinde kaygılı ve panik içinde olmadan, dingin bir davranış şeklidir, faziletli olmaktan gelir anlamı. Faziletli  olmak yani alçakgönüllü, iyilikçi, yiğit, dürüst, bilge olma erdemlerine sahip olmaktır. Asalet sahibi kişi verirken de, hassasiyet içindedir, alırken de… Alış ve Veriş konularında ne olduğu değil, nasıl sunulduğu veya sunduğu yani şekli önemlidir.

İntikam değil, Merhamet Asil’dir. Bağışlamak bir göstergedir , asil bir durumdur, Özür dilemekse daha büyük bir asalet içinde olmaktır. İyi ahlak, bilgi ve zarafet’in birliğidir. Bir dışavurum karakteridir aynı zamanda. Çekicidir, hayranlık yaratır.  Doğuştan böyle bir asil duyguya sahip olunuyor. Yüksek eğitim duyguyu güçlendiriyor. Asil ruhlu insan, başkalarının başına gelenlere üzülür. Aşkın asalet içinde yaşanılması güzel ve anlamlı, birebir ilişkilerin arkadaşlıkların, iş ilişkilerinin, aile ilişkilerinin tüm davranışların asalet taşıyarak yürütülmesi kadına ve erkeğe yakışıyor.

Hayat tecrübesine sahip, olgunlaşan insanlar, başkalarıyla araya mesafe koyması gerekse bile  bunu hiddeti ve şiddeti ile değil, asil ruhu ile yapar.

Asalet taklit edilemez bir olgudur. Sarfedilen sözlerde, yazılan yazılarda, konuşma biçiminde, duruşta, yaşam tarzında, günün, gecenin, ömrün her anında, asil ruhla yaşamak zor değildir. Eğer sorsanız: ‘Sessizlik nedir?’ Cevap veririz: O Büyük Ruh’ un sesidir. Yine sorsanız: ‘Sessizliğin meyveleri nelerdir?’ Cevap veririz: ‘Kendi kendini kontrol, gerçek cesaret demek olan metanet, sabır, vakar ve saygı.’ Susmak, Ruh, Cesaret, Sabır, Sır, SoylulukKapitalist dünyada para ile satın alınacak bişey değildir. En güzel yalıda oturmak, en iyi arabaya binmek, en kaliteli şekilde giyinmek, en iyi yerlerde yemek, dedelerden gelen soyun saraylara, padişahlara dayanması, iyi köklerin olması değildir.

Gücün ve Asaletin rengi ise mor.

James Allen ise şöyle demiş;

Asil ulvi bir karakter, tesadüf veya teveccüh eseri değildir. Sürekli çalışmasının, dürüst düşünmenin ve bu gayeye varmak için yapılan bir fikir mücadelesinin neticesidir. »

Şöyle demiştir Konfüçyüs;

”Asil bir insan dokuz şeye en büyük dikkat ve itinayı göstermelidir:

Gözlerine dikkat etmelidir; açıkça görmesi için.

Kulaklarına dikkat etmelidir; vuzuhla işitmesi için.

Yüzüne dikkat etmelidir; hürmet telkin etmesi için.

Sözlerine dikkat etmelidir; doğru olması için.

Kafasındaki tereddüt ve şüpheye dikkat etmelidir; başkalarına sormak ve öğrenmek için.

Hiddetine dikkat etmelidir; doğacak güçlükleri önlemek için.

Faydalı olanı ararken dikkat etmelidir; adaleti uygun olarak düşünmek için.”

Konfüçyüs, kendisinin, eski bilgelerin hikmetli sözlerini tekrarlamak suretiyle, barış ve iyi idareye katkıda bulunma misyonuna sahip olduğuna inanmıştır. Fakat onun, yönetimle ilgili düşünceleri, yönetici prensleri fazla cezbetmemiştir. Böylece o, kendisini araştırma ve eğitime vermiştir. Konfüçyüsçülük, dinî ve ahlâkî, sosyal, politik ve ekonomik- inanç ve uygulamalar bütünü ile ‘’Bir ahlâk sistemi” olarak tanımlanmıştır.

Konfüçyüs, hayatını şöyle özetlemiştir: “15 yaşında kendimi öğrenmeye verdim. 30 yaşında irademe sahip olabildim. 40 yaşında şüphelerden uzaklaştım. 50 yaşında “Gök’ün emrini” öğrendim. 60 yaşında seziş yoluyla her şeyi kavradım. 70 yaşında doğru olan şeylere zarar vermeden kalbimin isteklerini yerine getirebildim”.

İmparatorlara verilen şeref ve paye verilmiş, Dük adı verilmiş. Kendisine, “Saygı değer iyi yetişmiş Bilge” ünvanıyla hitap edilmiştir. Her eğitim yerinde onun adına bir mabed yapılması emredilmiş ve “En Büyük Muallim”, Gerçek Bilge” ünvanı verilmiş. ‘’Prens’’ denilmiştir. İmparator  ona “İyi Yetişmiş Bilge Kral” ünvanını vermiştir. “İmparator” ünvanına yükseltilmiştir. “Kusursuz Büyük İnsan ve En Büyük Bilge” ünvanına layık görülmüştür.

Konfüçyüs’ün gayesi ideal insanlardan meydana gelen ideal bir toplum oluşturmaktı. Ona göre ideal insan; akıllı, cesur, kibar, müzik ve törenlere bağlı, hırslı olmayan, mütevazı bir kimsedir. Kültürlü yetişen bir asilzade demektir.

Düzen, davranış kuralları ve adetlere uyma eğilimi olan insanlar şeref ve haysiyet duygusuna sahip olurlar. İyi bir yönetime ve erdemli insanlar topluluğuna, hürmet ederek ve uyarak erişilir. Konfüçyüs buradan ahlaken üstün, yüce ve asil ruhlu bir insan (chun-tzu) idealine erişir. Chun-tzu, asalet, ırk ve siyasi iktidara tekabül eden toplumsal statü ile değil, insani vasıfla, karakterle ilişkilidir. Farkına varmak bizleri, tümüyle insanlığa yöneltir, ruh asaletine ve uyuma kapıyı aralar.

O bireyler için olduğu gibi toplum için de doğruluk, örnek tavır ve davranışlar ile geleneklere bağlılığı öğütler: “Eskiler, erdemin ışığıyla ortalığın aydınlanması için önce devlet işlerini yoluna koyarlardı. Bunun için önce ev işlerini yoluna koyarlardı, ev işlerini yoluna koymak için önce kendi kendilerine çekidüzen verirlerdi ve kendilerine çekidüzen verebilmek için önce kendi içlerindeki düzeni yoluna koyarlardı, kendi içlerindeki düzeni yoluna koymak için önce düşüncelerini yoluna koyarlardı, bunun için ise önce bilgi eksikliklerini giderirlerdi”

Konfüçyüs toplumdaki bütün insanların refah ve eğitimiyle ilgilenir. Devlet ve toplumun güçlendirilmesi ve korunması için en önemli araç eğitimdir, herkesin eğitimi esastır. Bu ise ona göre ancak bilge bir yönetimle mümkündür. “Kim eskiyi korur ve aynı zamanda yeni bilgi ve tecrübeleri kazanmayı arzularsa, o insanlara öğretici ve örnek olabilir”.

Konfüçyüs’e sordular: “Bir ülkeyi yönetmeye çağrılsaydınız yapacağınız ilk iş ne olurdu?” Büyük filozof, şöyle cevap verdi: “Hiç kuşkusuz, dili gözden geçirmekle işe başlardım. Şöyle ki: Dil kusurlu olursa, sözcükler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılmazsa, yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz. Ödevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve kültür bozulur. Töre ve kültür bozulursa, adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk, ne yapacağını, işin nereye varacağını bilmez. İşte bunun içindir ki dil, çok önemlidir!”


Asalet yasası. Ve bu yükseltir. Yerçekimi yasası her şeyi aşağı çekerken, Asalet yasası yukarı doğru kaldırır. Tıpkı Yoga’da olduğu gibi. Belirli bir yok olma halinde, belirli bir sarhoşluk olma halinde, kutsal ile sarhoş olunca, belirli bir tam teslimiyet halinde, egosuzluk içinde bu yasa işlemeye başlar. İnsan hafifler. Ağırlıksız olur.

“Ruhta, Aşkta, Sözde, Dilde, Davranışta, Düzende Asalet hep olmalı. 
Yerçekimine,  insanlara, hatalara kanmayınız, ruhunuzu, gerçek, yüksek ve asil tutmaya özen gösteriniz. Hem kendiniz, hem insanlarınız için.”

Ayşen Arıduru  

360 Derece

CEO’s Üst Düzey Yöneticilerin İş ve Yaşam Dergisi/ 2010/ Sayı:67

Kendini 360 derece çevreleyen insanlar ve 360 derece görebilmek….Hem kendini hem de etraftakileri…Boyuttaki boyutsuzluk diyelim….

Herkes yapayalnız yaşamında aslında. Yaşam anlarımızın sorumluluğu, en başta kendimizde. Kararların, aktivitelerin ve seçilen yolların, sonuçları da, kattıkları da götürdükleri de hep bizim. Ne kadarını algılayabiliyoruz acaba? Seçimlerin ne kadar arkasında kalabiliyoruz? Doğru olup olmadığını hep düşünebiliyor muyuz? Repertuarımızda ne kadar çok şarkı birikti acaba? Bu şarkıları paylaşabiliyor muyuz? Yoksa kalacak ve çok sonra mı anlaşılacak değeri, ifade ettikleri?

Temas ettiğimiz insanlar hangi açılarda duruyorlar, hangi anlarda…. Saat 07:00 ‘de, 12:00 de, 15:00’de, 19:00’da ve 23:00’de kimler var olabiliyor….Peki sorumlu olduğumuz insanlar nerde duruyorlar? Sevdiğimiz insanlar nerde?

Yoksa yalnızlığı mı tercih ediyoruz? Telaşta mıyız yoksa?

Katlanamıyor muyuz insana, yoksa büyük bir ihtiyaç içinde miyiz? İnsana mı ihtiyaç, yoksa paylaşmaya mı, ya da özel bir isteğe mi? Hangi dengede kalıyor tüm bunlar? İsteklerimizin peşinde miyiz ve ne kadarı gerçekleşebiliyor?

Kendimizi mi savunmak mı hep olan,  360 derecenin içindeyken? Yoksa alandaki tüm insanlar mı bizi savunuyor?

Ne dindiriyor acıları, görmek bu kadar güzel, görmek bu kadar zor olsa gerek.

Varolandan ötesini  daha fazlasını bilmek,  hissetmek güzel ama yine zor.   

Anlamak ve öngörmek…. Bu kadar güçlüyken, bu da zor.

Karşındaki de 360 derecedeyse, o zaman iş kolay…

İnsanlar ne düşünüyor, hangi menfaatlerin içindeler? İşte bizler her zaman koşulsuz sevmenin ve sevilmenin içinde olabilmek isteriz. Sevgi, düşünme, yardım etme, yanında olma, verme ve mutlu etmenin peşinde olmalı.

360 derece zaman; çok hızlı akıyor, saatler durmamacasına koşuyor zamanda binlerce 360…

360 derece iletişim; her an herşeyle temas halindeyiz…

360 derece görüntüler; herşeyi görmeli, algılamalı…

360 derece performans; başarının sırrı, hep yüksek performans

360 derece kriter

360 derece başarı; çok büyük mutluluk…

360 derece sevgi; sevgisiz olmaz, hep var olmalı, herşeyi sevmeli…

360 derece paylaşım; vermek, hep vermek

360 derece ilgi; tatmin duygusu, muhteşem…

360 derece iyimserlik; her zaman kazanır…

360 derece keşfetmek; sürekli gelişim, yenilikler, yaratıcılık…

360 derece hafıza; yerinde ve zamanında eylem ve sözler. Unutmak yok…

360 derece beceri; kabiliyetler artacak…

360 derece gelişim; büyümek, olgunlaşmak…

360 derece zihin; her zaman açık ve berrak olmalı…

360 derece fırsat; değerlendirmeli, inanmalı ve üzerine gitmeli…

360 derece his; duygusal zeka ile karar verirken çok etkili…

360 derece içgörü; geleceğe karar verebilme yetisi…

360 derece ses; duyduklarımızın mutlaka bir anlamı var…

360 derece yansıyış; öğreniriz, aktarırırız…

360 derece coşku; inanılmaz büyük sevinç, heyecan içinde….

360 derece özgür; sonsuzluk duygusu…

360 derece özen; herşey çok daha iyi olur, mükemmellik detaylarda gizli.

360 derece kalp; hiç kolay değil, ne istediğini bilmeli…

360 derece yaşam; hiç aynı değil, bir gün diğerine uymaz, değişir ve de son hızla…  

Kendimizi bilmeye başladığımız andan itibaren, teşhis ediyoruz birçok şeyi, tanımaya ve tanımlamaya başlıyoruz,  öğrendiklerimiz, onayladıklarımız bizimle oluyor. Karakter, kimlik gelişiyor ve oturuyor gitgide.  Değişim sürekli. Yaşla, deneyimle, karşılaştığımız olaylar neticesindeki tepkilerle ve tüm tekrarlarla belli bir alana kavuşuyoruz. Ama bu kavuşma bitmek bilmeyen bir döngünün içinde. Alan gitgide genişliyor. 360 derecenin tam ortasındayken farkındayız artık ve gelişim sisteminin parçasıyız. Öne, arkaya, sağa, sola yönler… Belli bir istikrar var mı yok mu? Yoksa karışıyor mu aklımız? Bulunduğumuz yerle, zihnimizden geçen düşünceler birlikte mi?

Akıllı ve odağı şaşmayan çabalar sonrasında potansiyel daha da gelişecek. Başarı istek ve cesaret ister. İnanç ve heves, insanlığa hizmet etmek arzusuna dönüştüğünde fırsatlar, sadece bireysel anlamda değil, sadece kendimiz için değil, ama mutlaka içinde de olarak, çok daha büyük olarak açılacaktır önümüze. Duraksamak, tereddütte kalmak, ileriye değil daha geriye sürükleyecek. Kararlılık ve harekete geçebilme önemli. Devamlı öne doğru bakmalı ama 360 açıyı unutmamalı da. Gündemi de atlamadan. Kararların arkasında durmalı, pişmanlık, keşkeler yok, olmasın da… İradeyi kullanabilmenin yanında uygulamalar da önemsenmeli. Pes etmek yok. Eylem ve kararlarda emin olmalı. Hemen de vazgeçebiliriz elbette, üzülmek yok. Yeni anda aldığımız kararların ise takibinde olmalı. İçimizdeki ses, yaşanılanlar, deneyimler, engeller, sevinçler, bilgelikler büyütecek, kendi yaşamımızı 360 derece görebiliyorsak,  kendiyle barışık ve değer bir yaşam sürmüş olacağız.

Hayatı yaşamanın iki yolu var. Biri hiçbir şey mucize değilmiş gibi yaşamak… Diğeri her şey mucizeymiş gibi yaşamak (Albert Einstein)

Yarattıklarımıza sahip çıkarken, benimserken, birleştirici güç içinde, ne veriyoruz kendimize ve alanımızdakilere?  Layık olmalı, kendimizi alkışlarken sessizce, başka alkışları da duysak ve de daha büyütsek bu tutarlılığı, aynı zamanda da büyürken. Kanıtlar bıraksak, geçip gittiğimiz yerlerden ve zamanlardan, 360 derece saygın ve değerlerine bağlı bir yaşam sürsek. Keyifle, nezaketle, esnek olarak, estetik bakarak ve neşe’yle…

Yaşam parçalarını en sonunda montajlayabilsek ve bütünü görebilsek, gösterebilsek.. Koordinatları belirleyip, sunmak istediklerimizi, iyi şeyleri ve yıkıntıları da içine koysak. Buruklukları,  şaşkınlıkları, hayranlıkları da. Sonra biraz vicdan, aşk ve müzikle beslesek… Hakikatin içindeki, en doğal ve en derin senaryo.. Hoş bir prodüksiyon olmaz mıydı?  Ne büyük kalıcı hazine… Şöhret olmaya gerek yok ama ödül alacak kılavuz yaşamlar üretmeli o yüzden. İnzivadayken usulca yankılarını duymalı…

Baktık ki, herkesin bir öyküsü olmuş, oluyor böylelikle. Kimi büyük eksenlerde, kimi çok daha küçük açılarda sürdürmüş yaşamını,  ama herkesin bıraktığı bir iz, bir değer var. Nasıl yarattığı, neleri içine aldığı, nasıl karar verdiği önemli, nerde durduğu… Ve sonunda geldiğimiz nokta……360 derece özgür irade…

Ayşen Arıduru

Neşe’ye Uyanın

CEO’s Üst Düzey Yöneticilerin İş ve Yaşam Dergisi/2011

Uyanın.

İmkansız değil.

Neşeli olun, neşenizi yayın.

Kendinize uyanın.

Neşe’yle uyanın…

Yaşam; hüznüyle, neşesiyle var…

Mücadeleyle çoğu zaman.

Akarken zaman, neler yaşıyoruz acı, tatlı.

Heyecanı, telaşıyla..koşturmalarla, zamansızlıklarla..

Kederi de birlikte.

Doğuştan itibaren, yokluğa yakınlaşma başlıyor.

Paylaştıkça artıyor güzellikler, güzellikler anlamlaşıyor.

Sevgi hep bizimle.

Sevgi içinde, olduğumuzda, Neşe de hep bizimle.

Dünya, hastalıklar, yoksulluklar içinde. Kayıplar, felaketler, açlıklar, karanlıklar.. Bu karanlığı aydınlatacak şey, Neşe…Sevinç ve neşe içinde olan insanlar, aydınlatacaktır dünyayı,  arzu ve ümit telkin edeceklerdir neşeli halleriyle. Böyle insanlar iyimser bakarlar, sempatiktirler. Zarafet içindedirler.

Onların gücü, zor durumda olan insanlara güç verir, ışık getirir. İç rahatlık, iç ışık önce ruhtadır, sonra da yüze yansır. Yüze berraklık, iyilik, parlaklık verir. İlişkide bulunan insanlara ilgi ve önem vermeliyiz. Herkes için, iyi duygu ve düşüncelerle hareket etmeliyiz. Korkmadan, hesap yapmadan, olumlu yaklaşımlarımızın bir gün bize daha da olumlu halde dönebileceğini unutmamalıyız. Ne kadar fayda sağlarsak, iç ışığımız da o kadar artacaktır. En umutsuz ve hüzün içinde olduğumuz anlarda bile böyle insanlarla görüşmek bir nebze iyi gelecektir.

Neşeli bir mizaçta çekicilik vardır. Beynin kalbindedir Neşe. Bunu duygu temasları, espriler, zeki yaklaşımlarla beslediğimizde inanılmaz bir çekim gücü elde ederiz. Hayranlıklar uyandırırız. Gönüller fethederiz. O gönüllerin gücü, bize daha büyük güç verecektir.

Neşeli insanlar, cömerttirler. Kıskançlıkları , alaycı tavırları, hırs, yalan , şehvet gibi huyları yoktur. Vericidirler. Karşılarındaki insanlara güven duyarlar. Çekinmezler, istedikleri gibi konuşurlar. Kimin ne düşündüğü, yargılamalar umurunda değildir. Sevginin yapıcılığına inanırlar, her an sevgiye ulaşma, hedeflerinde’dir. Keyiflidirler. Vicdanları rahattır. Şansı yaratan insanlar, şanslı olurlar ve de neşeli…Şanslı insanların, fırsatları görme, yaratma, fark etme konusunda becerileri vardır. İç sezgileri güçlüdür. Hissederek karar verirler. Esnektirler. Başarılı ve mutlu insanlar neşeye sahiptir. Endişesiz ruh hali olumlu ve  neşeye yol açar. İnsanları seven insan, neşelidir. Gülen insan, kahkahalar atan insan neşelidir. Bunun sahte olması imkansızdır. Kalbin neşesi ise bambaşkadır. Gerçekten mutlusundur. Gözler kalbin aynasıdır derler, gözlerinde varsa neşe, gözlerin gülüyorsa , kalbin de öyledir. Yüzünün neşesi başka, içinin sesi başka, etrafa verdiğin olumlu enerjilerin de neşesi vardır.  Kendine güvenen, kendini seven insanlar neşelidir. Neşe’ye şahit olanlar, maruz kalanlar da … Bir gönüle girmenin anahtarıdır Neşe.. İyi ruhun tezahürüdür. Sağlıklı olmanın temelidir. Gülerek bakmak, gülmek, yüzünde çizgiler oluştursa da, mükemmel yaşamanın sihiridir. Mutluluğun dışa vurumudur. İnsanlara yansımasıdır. Yeni bir şey keşfetmek, hobilere zaman ayırmak, sevdiğin bir müzikte keyif almak, lezzetli bir yemek yemek de içsel anlamda neşeleri getirir hayata. Çocuk ise en büyük neşe kaynağıdır insanlar için. Saf enerjidir.

Hayat, birbirine ulaşınca güzel. Hayat paylaştıkça, neşe doldukça güzel. Konuştukça, anlattıkça, farklı ihtimal ve yollara kılavuzluk ettikçe, yol gösterdikçe , neşe verdikçe…

Ben bu yazıyı yazdığım için çok mutluyum, neşem yerinde  ve de  size ulaştığı için.:)

Ayşen Arıduru

Şans

Black or White Cemiyet, Yaşam ve Kültür Dergisi/2015

“Ne kadar çok çalışırsam, o kadar çok Şans’a sahip olduğumu biliyorum” Thomas Jefferson

Alınan yenilgileri gülümseyerek karşılayabilmek bile bir Şans… Azimli insan Şanslı insandır. En kötü ve şanssız anlarda, asil ve erdemlilik kendini gösterecektir.

Bazen erdem ve yetenek, şansın gerisinde kalır ama mükemmeliği hedefleyenler her zaman en az sayıda ve ileride olanlardır. / George J. Green

Bazı insanlar inanılmaz derecede şanslıylen, diğerleri hak ettiklerine ulaşamazlar, günün sonunda herkes kendi şansını yakalıyor ve yaratıyor. Şanssız olan insanlar önlerine çıkan fırsatları fark edemiyorlar ve görmüyorlar.

Şans ve Şanssızlık durumu,  insanların söz konusu fırsatları fark etme yetenekleri arasındaki farklılık ve boyuttan kaynaklanıyor. Şansa sahip olmadığını düşünenler daha endişeli ve gergin bir ruh hali içindedirler. Bu da beklenmeyen anda olan, gelişen ve gerçekleşen olayları algılama ve fark etme yetilerine zarar verir. Sonuç olarak da iyi olabilecek fırsatları yakalayamazlar çünkü o anda başka şeylere daha fazla odaklanmış olabilirler.

Örneğin iş arayışında olan kişi gazete ilanlarını sürekli izlemektedir, oysa ki diğer birçok yöntemi aynı anda harekete geçirebiliyor olsa,  daha sosyal ve iletişimi kuvvetli olarak kararlı şekilde birçok alternatifi değerlendiriyor ve tüm sınırları zorlayabiliyor olsa, hızlı sonuç alabilecek ve kendi adına bir şans yaratmış olabilecektir. Tek bir şeye odaklanıldığında sonuca ulaşmak o kadar kolay olmayabilir. Bu nedenle şanslı insanlar daha rahat, açık, inanan, pozitif, esnek yapıda, cesaretli, sezgileri olan, farkındalıkları kuvvetli, becerikli, isteyen ve arzulayan yapıda kişilik özelliklerine sahiptirler. Duygusal zekaları ve olayların sonuçlarını olumlu hayal etme güçleri gelişmiştir.

Immanuel Kant şöyle söylemiş; ‘’Hayatın çeşitli güçlüklerine karşı üç şey hediye edilmiştir. Ümit, uyku ve gülmek.’’ Yaşamımızın her anında birçok olumsuz ve güçlüklerle karşılaşabiliriz ama bunu atlatacak yollar ve seçimler var. Geriye bakmak değil sürekli ileriye bakarak ve arkaya dönmeden devam etmek gerekiyor. Dolayısı ile zor durumları unutturacak üç şey var. Ümit, her zaman ümit etmek, uyuduğumuzda unutacağız ve negatif enerjiler bizi terk edecek ve hep gülerek, tebessüm ederek  bakacağız olaylara.

Şanslı olduğunu bilmek,  bunun farkında olmak da apayrı bir durum. Tereddüt etmeden, bunu ifade edebilen kişiler, yaşamdaki birçok pozitif enerjiyi kendilerine çekmekteler,  hatta bu gücü bu şansı daha da güçlendirmektedirler. Aslında iki şey birbirini tamamlıyor, güçlendiriyor, büyütüyor. Aynı yerde durmamak kirtik bir konu. Hedefler, değerler, istekler, arzular, beklentiler ortaya konacak ve istenecek. ‘’Bütün görkem, başlamaya cüret edebilmektedir’’ demiş Eugene Ware…. Bu yolda sürekli çalışma, sürekli görme, azimli şekilde ve hareket halinde. Bu enerji ve duygudayken, sürekliliği eklemek de yine ayrı bir beceri ve müthiş bir durum elbette.

Her yeni gün,  insanlara yeni hayat kurmak ve değişmek ve değiştirmek için yeni bir şans veriyor. Her gün,  bize hediye. O kadar anlamlı ve değerli. Her gün ve her an birşeyleri değiştirmeye gücümüz var. Sıkıştırdığımızda, zorladığımızda, üstüne gittiğimizde,  olmayacak daha çok kitlenecek. Kuvvetli bir ilişki ağı içindeysek, öyle güçlü bir zinciri yarattıysak,  etrafımızdaki değişimleri gözlemliyor ve içimize, en yüksek şekilde bu değişimleri alabiliyor ve hissedebiliyorsak attığımız adımlarda özgür ve başarılı olacağız, şansımızı daha kuvvetli getireceğiz kendimize.

Kariyer hayatlarımız şans mı? Yükselmemiz şansımıza mı bağlı? Yüksek ücret almamız şanslı olduğumuz için mi? Yurt dışında eğitim görmemiz ya da içinde bulunduğumuz çevre ya da iyi bir yöneticimizin olması mı? Ya da çok güçlü ve nitelikli bir ekibe sahip olmamız mı bizi şanslı kılıyor? İyi bir evlilik yapmış olmamız, şanslı olduğumuz için mi? İyi bir aileye sahip olmamız, çok paramızın olması bizim şansımız mı? Başarılı biri  olmamız şanslı olduğumuz için mi? Yoksa biz mi yaratıyoruz başarıyı?  Ünlü biri olmamız şans mı yoksa şanssızlık mı? Evet, herkes farklı düzeylerde hayat yaşıyor, herkesin seçimleri, tercihleri farklı. Herkesin hoşlandığı, keyif aldığı şeyler farklı. Mutluluğun anlamı da herkese göre değişik. Belli bir tatminsizlik yaşıyoruz diyelim, acaba şans mı şanssızlık mı?

Ama yaşamda en baştan mutlak belli olan 4 şey var. Yaşama gelişimiz, yani doğuşumuz, zamanı ya da o geliş anını biz seçmiyoruz. Kadın ya da erkek oluşumuz, biz karar vermiyoruz. Genel sağlık durumumuz, genetik rahatsızlıklar vb biz bilmiyoruz. Ailemizin ekonomik durumu, biz seçmiyoruz. Ama bu arada olan herşeye hem de herşeye biz karar veriyoruz hayat seçimlerimizden oluşuyor. Yaptıklarımızdan ve yapmadıklarımızdan. Yönlendiriyoruz, şekillendiriyoruz, kurguluyoruz, dizayn ediyoruz, kuruyoruz, büyütüyoruz, küçültüyoruz,  belki en başta belli olan herşeye doğru gidiyoruzdur.

O kadar çok seçenek var ki….. en zor anlarda, imkansızlıklarda, kararsızlıklarda, kararlarda, zorluklarda, engellerde, en iyi olan hallerde bile….. Yeter ki kendimizi iyi, güçlü  hissedelim. Yaptıklarımızın, kararlarımızın arkasında duralım ve hiç pişman olmayalım.

Hepimiz için, bu zorlu sayılabilecek günlerde, elimizden gelen maksimum çabayı göstermek, tüm fırsatları kollayarak kendimiz adına en iyi şeyi, yani ŞANS’I yaratmamız gerektiğini ifade etmek istiyorum.

O yüzden; şans kriz dinlemeyecek ve tüm sıkıntının üzerini örtecek ama istememiz gerekiyor. Herşey eskisi gibi olmayabilir, herşey eskisinden daha da güzel olabilir. Yeter ki görelim, görmeyi bilelim, uzanalım ve alalım istediğimizi. İstediğimiz olamasa bile kavuştuğumuz şeyin içinde, ne var, ona bakalım, farkedelim ondan güzel bir pay çıkaralım kendimize. Sonra yine devam edelim ulaşıncaya kadar. En iyiyi becerinceye kadar. Hiç olmadık gibi görünen şeyler, yepyeni ufuklar açabilir, o yepyeni yolda ilerlerken çok daha başka, hatta hayal edemediğimiz yerlere gelme şansımızı alalım yaşamdan. Bu dönemde işsiz kalan, işi olmayan, haklı olarak belli prensip ve değerlerinden ödün vermeyen ve işsizlik gibi bir süreçle karşı karşıya kalan insanlar için tavsiye ettiğim şey,  moralsiz olmamak, diğer tüm alternatifleri değerlendirmek, girişimci ruhla birşeyler yapıyor olmak, kendini gerçekleştirmek, kendilerini bulmaları için mücadele etmek ve yılmamaktır. Sakinlikle, olgunlukla , kabullenici şekilde beklemek, beklerken de aslında durmamak, tüm fırsatları kontrol etmek ve ulaşmak içinse her yolu denemek için aktif olmaktır.

Herkese en iyi seçim, en iyi karar, en bol şanslarla yaşama dileklerimi sunuyorum.

Ayınız şanslı geçsin.

Ayşen Arıduru

“Hayat anlardan, uzun bir ipe dizilmiş küçük, ışıltılı cam parçalardan oluşur. Eğer bu parçalar belli bir şekilde dizilmeden gelselerdi daha iyi olurdu ama o zaman hayatlarımız şimdi olduğu gibi olmazdı. Bütün bu olaylar için hayatımızda yer açmayı onları sevmeyi ve yaşamayı ama gerçekten yaşamayı öğrenmeliyiz. Varılacak yeri değil, yolculuğu sevmeliyiz.”

Anna Quindlen (Bestseller Romancı ve Köşe Yazarı)

Hızlanın

Black or White Cemiyet, Yaşam ve Kültür Dergisi/2015

Teknolojinin hızına acaba hepimiz uyum sağlayabiliyor muyuz? Ya da acaba birileri daha hızlı da, teknoloji o yüzden mi yaratılıyor, geliştiriliyor? Kimler ne katkıda bulunuyor, değişimin ve hızın ne kadar farkındayız? Oyuncular, kullanıcılar, araştıranlar, geliştirenler üreticiler, tedarikçiler…. Yoksa hep birlikte mi yaratıyoruz, hepimizin mi katkısı var?

Peki geldi önümüze, sunuldu, biz ne kadar adapte olabiliyoruz tüm gelişmelere, ürünlere, yeniliklere… Takip edebiliyor muyuz? Yoksa uyum beklenenden daha da mı yavaş? Neden daha fazla hızlanamıyoruz peki?

Teknoloji yaşam biçimimizi değiştirmesiyle, iş yapış şekillerine kadar, iletişimin hızlanmasına kadar çok şeye olumlu anlamda etkisi var. Sağlık’dan, üretime, finanstan,  müzikten, eğitime kadar birçok alanda teknolojinini önemini , sonuçlarını ve vazgeçilmezliğini yaşıyoruz ve görüyoruz. .

‘’Yüksek kalite çok önemlidir ama aynı zamanda süratli olursa… Hatalara bile hızla düşmeyi, hızla düzeltebilmeyi ve yarışa olanca hızınızla devam etmeyi öğrenin…’’ Prince Pritchett.

Teknoloji, yaşamımızın her anında herşeyle ilgili hız sağlıyor. Daha fazla konfor, daha kaliteli anlar, daha fazla üretim, daha fazla zaman ve daha fazla sonuçlar getiriyor. İletişim daha hızlanıyor. İletişim çok daha fazla yoğunlaşıyor ve yayılıyor.

Tüm insanlara eşit olarak verilmiş hak zaman….ve 24 saaattir. Herkes ne kadar verimli kullanmak isterse… Ne kadar boşuna  ya da ne kadar verimli  geçirmek istediği ile alakalı. İşte  tercih, planlama ve yönetme…

Digital günya ile gerçek dünya artık birleşiyor. Bilgi parmak uçlarımızda. Teknoloji pratikleştiriyor. Meraklar, ilgiler, beyin gelişimi artık daha farklı boyutlarda. Yaratıcılık, aslına bakarsak olumsuz yönde etkileniyor gibi görünse de aslında bence daha fazla çalışıyor sistemimiz. Ve düşüncelerimiz. Daha fazla ve daha derin düşünceler içinde, daha iyi yaratımlar, oluşumlar ve gelişimler söz konusu. İletişim her ne kadar artık eskisi gibi değil, insani değerler, paylaşımlar, özler kalmadı, her şey çok daha fazla sanallaştı diyenler oluyorsa da bence iletişimin gücü çok daha iyi ve hızlı. Kararlar çok daha sağlıklı ve hızlı. Hatta ve hatta teknoloji sayesinde yeni iletişimler, katkı sağlayan ilişkiler de doğmakta. Teknoloji olmayınca her şey duruyor. Haberleşme olmayınca, bir şey üretilmiyor. İletişim kaynaklarını kullanmayınca bazen yanlış anlamalar bile oluyor insanlar arasında. Birliktelikler daha fazla güçleniyor, insanlar birbirlerini anlıyorlar, zaman o kadar değerli ki, peki o zaman,  bize çok değerli bir şeyi, ‘’Zamanı’’  bahşeden teknolojinin, hep yanında yakınında olsak, savunsak, daha da büyütsek fikir ve önerilerimizle, ya da bunları yapanlara destek olsak ve arkalarında dursak…

Uçsuz bucaksız, sonunu, nereye varacağımızı biz bile tahayyül edemeyiz. Ama bunu bilenler yavaş yavaş ortaya koyanlar elbette var.

Kolaylıklar, rahatlıklar için var makinalar. Ama makinalar değil biz makinaları yönetiyoruz her şeyden önce. Doğru ve zamanında kullanmak önemli.  Onlar esir almayacak. Kültürü önemsemenin zamandır. Değerlerin güçlendirilmesi zamanıdır. Teknolojiyi doğru kullanmak, verimli kullanmak zamanıdır. Hız değiştirir, güçlendirir, ivme katar. Bireylere olumlu yönde etki ederken,  topluma bilinç kazandırır, daha performanslı hayat yaşarız. İnsani değerlerden vazgeçmeden…Teması kaybetmeden. Samimiyeti, yardımseverliği, içtenliği hep koruyarak. Daha açık vizyonlarla ve daha geniş dünyanın içinde var olarak. Daha büyük bakarak ve görerek.  Teknolojiye, biz hakimiyet kurarak. Sonunda teknolojiyi geliştiren daha da geliştirecek olan bizler değil miyiz? O yüzden en önemli kaynak, en önemli konu insandır. Yaratan da,  kullanan da, karar veren de….Olanca hızlanalım.

Ayşen Arıduru

Hayalini Erteleme

Black or White Cemiyet, Yaşam ve Kültür Dergisi/2015

Masal Sever misiniz?

Yazmayı, Yaratmayı mı? Okumayı mı, Anlatmayı mı? Yaşamayı mı, Yaşatmayı mı? Hangisini Tercih Edersiniz?

Masallar, olağanüstü öge, kahraman ve olaylara yer veren öykülerdir. Hepimiz kendi hayatımızın kahramanı, başrol oyuncusuyuz. Hikayeleri biz yazıyoruz, sonra içinde buluyoruz birden kendimizi. Hayalleri getiriyoruz yaşama. Gerçekleşmeleri hızlı oluyor, olmuyor ya da bekleniyor. Yol gösterici oluyoruz bazen insanlara. Diyalogları oluşturuyor,  insanlarla iletişim ve etkileşimleri yaratıyoruz. Hayatlarımızı olağanüstü ögelerle donatsak ve yaşamımız da masalsı olabilse…

Söz ile sihir başlangıçta aynı şeylerdi. Birbirinin içinde ve sarmalanmış idi. Şimdi ise o kadar önemsenmiyor. Her sarfedilen söz, öze ve usa yakın olmalı. Özenle seçilmeli. Sihirler, kelimelere yayılacak. Etki, adeta güçlü bir dizayn ve kurulum ile bir sanata dönüşecek. Bu bizi özel ve farklı kılacak. Yakınlaşılması arzu edilen insan yapacak. Bunu becerirken de, ruh ve kalp de güzel olacak.

Kendi Masalını Kur…Sözle Süsle.

Halini Hayal Et…

Yarını Hayal Et…

Etrafını…

Huzuru…

Müjdeyi, Mucizeyi Hayal Et…

Erteleme Hiçbirşeyi…

Gizliyi Hayal Et…

Gizemi…

Vazgeçilmezliği…

İyi Görünmeyi…

Gücü…

Şansı…

Vereceğin Sihirleri…

Koy hepsini masalına, Sonra kurgula, montaj yap ve izle gerçekleşenleri…Unutma ki başroldesin.

Düşünceden bile hızlıdır hayal etmek, hayallerle yaşarız, ümit ederiz. İsteğimize ulaşmak için hep yeni tasarımların içindeyizdir. Düşünceyle kolay yapılan şey… Erteleme, zamanları planlama ve sonuç karşısındaki en büyük engeldir. Günlük hayatımızda, her an, her şeyi erteleme kararı alabiliriz. Peki düşündüklerimizi ve istediklerimizi hiçbir şekilde ertelemesek ve hemen hayata geçirsek? Cesaretimizi toplasak, sonucu ne olursa olsun büyük bir mutluluk olmaz mıydı, çünkü geriye dönüp baktığında, bilinmemezlik olmayacak ya da ertelemediğinde ve şimdi yaptığında ne olduğunu göreceksin ve bileceksin. Cesaret yoksa, Şans da yok. Bu bir tat olabilir, bir anlam olabilir, yaşamı değiştiren başka bir şeye sebep olabilir, tatmin ya da tam tersi olabilir. Ama sonuçta yapmışsındır ve keşke demeyeceksin hiçbir şekilde… Aklında kalmayacak, geçmişinde kalmayacak.

Ertelediğinde ise o zaman aynı sonuca ulaşamayabilirsin ya da bir daha yapmak içinden gelmeyebilir. Unutulur gider. Çok şey kaybedilebilir.

Erteleme tavrı, zaman yönetimi, hayatı planlama ve başarı karşısındaki en büyük engel. Erteleme sadece büyük aktiviteler ya da amaçlar için düşünülmemeli. En küçük şeyler bile önemli ve büyük amaçlara ulaşmanın yoludur. Yapılmayan ve ertelenen büyük, küçük tüm işler strese, yorgunluğa ve zihin karmaşıklığına yol açabilir. Erteleme, sıkıntıya koyar, yaşam kontrolümüzü kaybedebiliriz, hiçbir şeye yetişememeye başlar, yapacaklarımızsa birikmeye başlar ve bizi aşar. Bu bir kararsızlık değil, harekete geçmemedir. Mazeretler yaratılır sonra bu mazeretlerin geçerliliğini savunmaya kalkarız. Bazen de mazeretler bizi üzer.

Erteleme; kararsızlık ya da karar verememe  değildir. Erteleme, alınan bir kararın sonrasında harekete geçememektir. Bazen kararlar da ertelenebilir.  Bu da bir nev’i erteleme davranışıdır. Ama daha anlaşılabilir bir durumdur. Karardan sonraki erteleme davranışı, bir alışkanlık haline gelmemeli.

Zamanın ne kadar hızı geçtiğinin farkında herkes ve çokca dile getiriliyor. Telaş başladı insanlarda. Zaman yetmiyor gibi geliyor artık. O yüzden en ufak şeyler bile çok değerli oluyor.

İste.

Erteleme.

Karar ver ve ifade et kendine.

Sonra eylem zamanı ve değişimler mümkün.

Ve sonuç.:)

İstediğin herşeyi yap.

Güzel bir masal yaz hayatına. Sonu en güzel rüyalar gibi olsun.

Yaşam belirtilerin, hissettiğin duygulanmalar. Duygulanmanın temelinde ise aşk ve hüzün var.

Unutulmayacak aşklar koy masalına.

Geçmişini, zamanını  kimsenin almasına izin verme.

Hakimiyet, ölçü ve denge yarat. İpler elinde yaşa.

Düşme boşluğa, gelme oyunlara.

Getiremezsin geçmişi, senaryo yaşanıyor bir kere. Geri tuş yok.

EY HAYAT –  EY İNSAN

Haksızlık yapma bana

Adaletsizlik yapma

Değersiz kılma beni

Kırma gönlümü, üzme

Anla beni

Yanımda ol

Sürprizler sun bana

Dünümü alma, yarınlarımda ol. 

Yeni yıl, herkese kolay ve yaşanası gelsin. Ertelediğimiz, aklımızda ne varsa, bize yapma şansı ve fırsatı sunsun. Sihirli bir yol olsun. Aşkla, heyecanla ve dopdolu geçsin. Hayalleri, istekleri gerçeğe dönüştürme ve onlara kavuşma gücü ve fırsatı versin. Ertelemeden yaşansın herşey. Yaşamı, mutlu ve masalsı yarınlar sizinle olsun.

Ayşen Arıduru

Her Şey Hayalle Başlar

Ayrıcalıklı Yanlar

Black and White Cemiyet, Yaşam ve Kültür Dergisi/2015

Bir insan karakterinin bütününde, zayıf yanlar ve güçlü yanlar vardır. Güçlü yanını kullanabilen başarılıdır. Psikolojik portresinde, kendini ifade edebilen, karşısındakilerin kendisini tanımasına olanak veren çizgiler, eğilimler ve davranış özellikleri yer alır.

Cazibe, sağlam bir karakter, beceri ve yetenekler, enerji, dinamizm, iyimserlik ve şanslı hal, mutlak bir manyetizm sunuyor. Memnuniyet duygularını ifade etmek, nezaket içinde olmakla, ayrıcalıklı bir hale geliniyor. Enerji ve Azim en güçlü koruyucu. Herhangi bir üstün otorite olmadan, yola devam edecek dinamizm ve güç gerekiyor. Kendine ve fikirlerine  inanma, başını dik tutma ile sıkıntılar, en hassas veya en şansa bağlı olduğu durumda bile, daha kolay çözümlenecektir.

Bir insanı ayrıcalıklı kılan tarafları, aynı zamada karizmayı yaratıyor. Kariyer planlamada ve başarılı bir iş hayatı için önemli unsurlar. Farklı kılan, imaj ve itibarı güçlendiren, sahip olunan nitelikler, farklılıklar, emin ve  güçlü duruşlar iyi bir gelecek hazırlıyor kişiye. Sağlam bir karakterle harmanlandığında ise yıkılmaz bir varoluş ve toplum nezdinde ise hayranlık, saygı ve hatta efsanelere yol açıyor. Bunların olması için dahiliğe de gerek yok aslında. İyi bir analiz ve değerlendirme, vizyon sahibi olma, geleceği öngörebilme, doğru ekipler,  sağlam kurmaylar, doğru kararlar ve biraz da şans gerekiyor… Sempati  önemli, doğallık, bir gülüş, kendine özgü bir ifade, sarfedilen sözler, yaklaşımlar karizmayı sağlayacaktır.

Karizma Sahibi Kişilerin Ortak Özellikleri

*Kim Olduğundan Memnuniyet Duymak ve Kendini Sevmek

Mutlaka bir devlet başkanı, bir bilim adamı, servet sahibi ya da başarılı bir iş adamı ya da yönetici olmaya gerek yok, herkesin içinde bulunduğu çevre ve topluma göre bir yeri, önemi vardır. Kendini sevmek, kendinden hoşnut olmak, başkalarının da sizi sevmesini sağlayacaktır.

*Zayıf Yanları Bilmek ve Objektif Olarak Değerlendirmek

Zayıf yanlar görmezden gelinirse EGO yükselecektir. O da hata yapma olasılığını artırır. Ukalalık karizmayı tam tersine yok eden bir durum. Kendini Bilmeli, Kendininin Farkında Olmalı.

*Başkaları Hakkında Olumsuz Konuşmalar Olmaması

Hangi mevkide olunursa olsun, başkalarının hatalarını uzun uzun konuşmak, dedikodu yapmak doğru değildir. Herkes hata yapabilir. Derin eleştiriler ve başkaları ile ilgili meseleleri, diğer insanlarla konuşmak yanlıştır. Olgun davranış gerekir.

*İyi bir Dinleyici Olmak ve Empati Özelliği

Karşınızdakine değer vermek, göz teması kurarak iyi dinlemek, yeri ve anı geldiğinde, yeteri kadar konuşmak doğru yoldur. Pozitif  iletişimin yolu dinlemek ve karşındakini anlamaktır. Fazla konuşmak, gereksiz detaylarda boğulmak, diyalogda bulunulan kişiyi sıkar. Bu da insanların beraber olma isteği ve hevesini söndürür.

*Beden Dilini Etkileyici Kullanmak

Bir gülümseme, yüzdeki bir ifade, bakışlar, sert veya sıcak mimik kullanımı , duruş özelliği, ses tonu, ellerin, kolların hareketi, oturuş, neşe hali, insanların size yakınlaşmasını, yaklaşmasını etkileyecektir. Naturellik şart.

*Sohbet Edebilmek

Genel Kültür Sahibi olmak, Okumak, Araştırmak, Kültür, Sanat, Müzik, Spor, Ekonomi, Siyaset, Gündemi Bilmek, Dünya, Yaşam hakkında herşey ile ilgili donanımlı olmak, iyi bir sohbeti sürükleyecektir. Espri ve keyiflerle bezenmiş bir sohbet  kişiye değer katacaktır. Sosyal ve dışa dönüklük, hayranlığı artıracaktır. Kendini sürekli geliştiren, kalkındıran ve devamlı ileriye doğru giden insanlar karizma barındırır.

*Hobilerin Olması

İlgi, merak, eğilimler ve tutkular karizmayı olumlu etkiler. Zaman yönetimini iyi  yaparak, tutkulu yaşanan herşeyin kişiye katkısı vardır.  Bildiği ve yaptığı şeyde en iyi olarak, rafine yaşam sürerek, rutin ve ritüeller ile etkileyici bir kültürle, kendinde ve hayatında ince detaylarla bir estetik ve mükemmeliğe şahit olunur. Hayatın anlamını kavramakla, görgülü, bigi ve merakla zevklerini hak ettiği gibi yaşamakla ve yaşadıklarının hakkını vermekle oluyor.

Ayşen Arıduru

Tanrıçalar ve Efendiler

Black and White Cemiyet, Yaşam ve Kültür Dergisi/2015

“Dans et ruhunla, Parlak Dolunay ışığında…  Bırak kendini rüzgâra ve yalın ol, çıplak toprakta. Sessizce seslen, aç kalbini bana ve izin ver ruhuna misafir olmama. Hatırlayacak ve vakıf olacaksın, o zaman yine kadim sırlarıma.”

Tanrıça, soyut bir ilahi varlık ve birçok kültürde Tanrıça inanışı var. Kültür, din, mitolojik inanışlarla bir oluşum.

Doğanın sırlarıyla doluydu. Unutulmadı. Mucizeler oldu. Efsane oldu. Antik kadim zamanlarda hatırlandılar. Unutmadılar insanlar, yaratılan Tanrı ve Tanrıçayı. Güneşe bakardı erkekler ve boynuzlar takarlardı Avcı Tanrının gücünü uyandırmak ve güçlenmek için, ruhlarında kadınlar, ayın döngülerini izler ve Tanrıçadan öğrenirlerdi şifayı, şefkati ve sevgiyi. O zaman kutsal sayılırdı kadınlar Çünkü Ana Tanrıçanın yaşayan mabetleriydi onlar.

Ay ve Tanrıça arasında güçlü bir bağ var ve kadınlar Tanrıça’nın bedenlenmiş halleri ile,  Tanrıça’nın yürüyen kutsal mabetleri oldu. Bir erkek, bir kadının kalbine ve ruhuna girdiğinde, ona dokunduğunda, onu anladığında içindeki “kadını” kabul eder ve Tanrıça’ya ait parçasını ortaya çıkarır. Bir kadın da aynı şekilde bir erkeği anladığında, temas ettiğinde,  içindeki güçlü “erkeği” kabul eder ve Tanrı’ya ait olan parçayı ortaya çıkarmış olur. Böylece içimizdeki Tanrı ve Tanrıça uyanmış olur ki, bu da enerjilerin dengelenmesi demektir. Yin ve Yang Enerji, birlikte dengededir artık.

Kadınlar, Tanrıça’nın beden bulmuş halidir, o yüzden kadınların içlerindedir Tanrıça. Kadın’ın,  sezgileri güçlüdür, merhametli, sevecen, anlayışlı, doğanın sırları ile kadim sırlarla dolu, yüce bir gönül, büyük bir yürek vardır. Alıcıdır, absorbe eder, uyum getirir, naiftir, yumuşakbaşlıdır, dönüştürücüdür, değiştirir, şefkatli ve besleyicidir. Özgürlüğü verir, karşılıksız verendir herşeyi. Herşeyi bir arada tutar, hırs, ego, güç, zalime karşı, yumuşaklığı ve şefkati kalkan olarak kullanandır. Doğumun özünü, hayatı verendir. Büyütür, çoğaltır, bereket katar herşeye.

“Tanrıça doğadaki her şeydir… Ve doğadaki her şey kutsaldır. Bak, Bu onun yüzü. Dinle, Bu onun sesi. O, Güzel olan her şeyin içindedir, Ve aynı zamanda Üzücü olan her şeyinde…” Avalon’un Sisleri

Tanrıça, Ay’ı seçti, Ay’ın enerjisini aldı, yansıttı. Tanrı da, Güneş’i.  Yeryüzünde tüm yaşayanlar onları görsün, devamlı hatırlasın ve unutmasın diye… Ay ve Güneş hep yükseğimizde. Yücelttiğimiz yerde. Hep bildiğimiz ve gördüğümüz, etkilerini aldığımız, yaşadığımız ama asla ulaşamayacağımız bir yerde.

İçinde bulunduğumuz  bu çağda, eril-dişil dengesi oluşmaya başlıyor. Bu denge içinde, uyum ve ahenk yeniden oluşmaya başlıyor. Artık Tanrıça yeniden doğuyor ve sıfatlarla değil, kendi sırrıyla, saflığıyla. Farkında olarak.  Kadınlar fırsatları oluşturuyorlar, talih getiriyorlar, duygulu, aşk içinde, barış içinde,  sadakatli, neşeli, estetik, besleyici, erdemli, huzurlu ve tedbirli.

Efendiler duruyorlar, uyumlular, hem alıcı, hem verici, kadınlarını sahipleniyor, kudret ve kuvvetlerini hissettiriyorlar. Koruyucu ve kollayıcı oluyorlar. Güven sağlıyorlar, cesaretli, nezaket içinde, yaşamın özünü veriyorlar kadınlarına.

O yüzden açığa çıkıyor dünyanın dört bir yanında Tanrı ve Tanrıça’nın sırları ve hatırlıyorlar insanlar unutulmuş olanları. Naifçe, gerçek ve gizemli sırlar, aktarılıyor kalplere ve durdurulamaz birbirine olan bir akış, istek, anlayış ve hoşgörü içinde. Birlikte bir mutluluk ve sevgi temelinde, misafir oluyorlar ruhlarına birbirinin. Birleşiyor enerjiler, zarafet içinde. Yeniden yaşam başlıyor, başka yaşamlar doğuyor. Uyanıyor Tanrıça içimizde, zaten uyanık olan Tanrı’ya eşlik etmek üzere…

Bu bilinçler daha da dengelenecek, herkes içindekini, gerçek ve sırra uygun yaşayarak ve hissederek. Sessizce kollarımızı açarak karşılayacağız, daha da büyük huzura kavuşmak için. Huzuru, kalplerde hissedebilmek için.

Çatışma olmayacak, kıskançlık, müdahale, uyumsuzluk, beklenti olmayacak. Herşey hoşgörü ile ve durgunlukla gelişecek, yaşamaya ve bize sunulan yaşama layık olacak.  Büyük bir değer ve önem ile,  anın ve ömrün anlamına yüklenecek Aşk. Herkes hak ettiği yerde olacak. Hak edilen yer, kendi kendine belirlenecek. Gizemle, sırla, farklı ve güzel olmak niyetiyle.  Yine kutsal sayılacak kadınlar, baş tacı edilecek, korunacak, izlenecek, sevilecek, kadınlarsa itaat edecekler, hizmet edecekler efendilerine. Tanrıçalar kadınlığını, Efendiler erkekliğini bilecek. Olmalı gereken doğallıklar  ve denge olacak. Büyük bir akış ve sevgi seli ile. Mutluluklarsa daha büyük ve yok edilemez mutlulukları getirecek.

‘’Tanrıçalara asaleti, sevgiyi yakıştırıyorum, sessizliği ve bahşedilmiş sırları özenle korumalarını diliyorum. Efendilere ise, güçlerini mahfuz etmelerini, kadınlarını anlamayı ve her daim mutlu etmeyi..’’

Ayşen Arıduru

Değişen Hayatımız

Duraksadık, neye uğradığımızı şaşırdık. Bir anda üzerimize çöken bu sıkıntılı durum, hepimizi etkiledi. Nice dramlar yaşandı, izliyoruz. Çok hissedemeden, çok farkında olamadan ve bilemeden seyrediyoruz olanları. Yavaşladık, Korktuk, Endişelendik, Üzüldük, Halimize şükrettik. Kendimizden sakındık, sevdiklerimizi düşündük. Önlem aldık, herkesin yaptığı gibi, bu zor süreci yaşamayı öğrendik. Gelecek belirsiz, umut ettik herşey düzelecek, düzelmeli dedik. Dünyanın halini görünce neler oluyor, neler olacak düşündük durduk.

Ve Öyle bir An geldi, Gerçekten Durduk.

Sonra;

Kendimize döndük, arınmaya başladık. Durmak iyi geldi. Saf bir hal aldık.

İsteklerimizi gözden geçiriyoruz, yapamadıklarımızı yapma fırsatı doğdu. İç dünyamızda, iç benimizde, küçücük ama o en büyük dünyamızda, Herşey ve Herkes dururken fark etmeye başladık kendimizi ve hayatımızı. Bir mola verdik yaşamaya. Tenefüse çıktık. Yaramazlık yapamayacak kadar, dalga geçemeyecek kadar, şımaramayacak kadar bir hale geldik. Paranın bile satın alamayacağı bir yere düştük. Sadece nefes almaya başladık. Nefes almanın kıymetini öğrendik, sakinleştik. Hiçbirimiz bunu eski hayatımızda beceremiyorduk. Sahip olduklarımıza döndük, onlara kalpten bakmayı öğrendik… insana… eşyamıza…evimize…Ne kadar çok şeyimiz olduğunu ve korumamız gereğini bir kez daha hatırlattık kendimize. Kendimize daha iyi bakmaya, takviyeye ve güçlenmeye başladık. Bu tenefüs iyi geldi aslında.

Zil çalacak çok az zamanın var, dünyanın koşturmasına, hayatının dört nalına döneceksin. Kışın da yeri ayrı, yazın da.. Rüzgarın da yeri ayrı ateşin de.  İyi günün de kötü günün de gösterdiği, öğrettiği bir şey var mutlaka. Çok daha güzel ve farklı günler bizi bekliyor diye ümit etmekten başka bir şey düşünemiyorum.

Ayşen Arıduru