Sen Dünyanın En Büyük Mucizesisin

CEO’s Üst Düzey Yöneticilerin İş ve Yaşam Dergisi 2010/Sayı:69

Ses karanlığı geçti, gün ışıdı ya da gün kayboluyordu belki de. İlk çığlıklar, ilk haykırış, ilk nefes, ilk mutluluk, ilk sevinç ya da ilk gülücük yaşanıyordu o an. Kalbin yolu bulunuyordu. Zihnin açıklığı başlıyordu. Gözler açılıyordu yaşama. Dilin zekası, ruhun en masum ve saf hali. Bilinmeyenden başlıyordu yaşamın yolculuğu. Bilinmezliğe doğru.. Tanrının asaletini görüyorduk. Bir mucize gerçekleşiyordu…

Farkında değildin…

Nadideydin…

Temas ediyordun…

Bilmeye başlıyordun…

Anlamaya… Duymaya…

Keşfediyordun sürekli…

Keşfettikçe büyüyordun…

Gittikçe hızlanıyordun…

Sevinçli oluyordun…

Bazen hüzünlü…

Yaşam getiriyordu sana, telaşları, tecrübeleri…

Güzel şeyler sunuyordu bazen…

Şanslar veriyordu…

Görmeyi gösteriyordu…

Çaresizlikler buluyordu seni…

Kararsızlıkların, istikrarsızlığın bazen…

Yıkımlarla karşılaşıyordun…

Tesadüfler oluyordu…

Armağanlar veriyordun, alıyordun…

Plan yapmaya başlamıştın…

Seçme gücünü almıştın….

Azmi yaşıyordun. Çaba ve emeklerinle…

Kutlamalar içindeydin…

Bağlantıları kuruyordun artık…

Oturuyordu herşey yerli yerine…

Sorumlulukları yerine getiriyordun…

Birlikteliğin gücünün farkındaydın…

Yol gösteriyordun…

Bilgin birikiyordu, ilerliyordun…

Bazen zorluklar, engeller oluyordu…

Aşabilmeyi başarabiliyordun…

Onurlu yaşıyordun…

Yardım ediyordun…

Varlığı ve yokluğu yaşıyordun…

Vermeyi biliyordun…Gülümsemeyi…Neşeyi….Tatmini.

Cömert erdemler içindeydin.

Aşkı tadıyordun. Sevgi denizlerinin içindeydin hep.

Zevkler, şehvetler, tutkular yaşıyordun.

Sana bahşedilenlere minnettar kalmayı hissediyordun….

Sonra, başka bir mucizeye, SEN sebep oluyordun.

Yaşamının en büyük ödülü geliyordu, senin olan…

Kutsaldı çok. Senin eserindi.

Yaşam atmosferinde, nefes almanın anlamını ve gücünü bilmiştin.

Çünkü keskin görüyordun ve işte gerçekleşiyordu o an.

Farkındaydın artık…

Bir ömrün içinde olabilen herşey…. Daha da fazlası var mutlaka. Güzel içerikli, mutlu ve duygu dolu yaşam lazım hepimize.

Minnettarlık hissederek ve bunu ifade edebilmeyi başararak…

Minnettarlık; bilincin daha da yukarıya çıkması için gereken basamaklar… En küçük şeyler için bile…. Kendimize bile.

Bu duygu, insanı rahatlatan, kendini iyi hissettiren bir duygu. Kadir bilme, şükran duyma. Beklenmedik anda minnettarlık hissetmek, hissettirmek harika bir duygu. Bunu dile getirmek güzel. Hem kendin için hem karşındaki için… Sevgiyi büyüten, ilişkileri güçlendiren,  tamamlayan, daha iyi bir dünyanın içinde mutlu bir duygu. Vefa dolu  büyük söz. Kıymet bilme. Farkında olma. Kucaklama, kolları açan söz. Çok değerli.

Olumsuzluklara bile minnettarlık vardır. Ortaya çıkan hastalıklara bile… Yardım ettiğinde, birisi için en ufak bir şey yaptığında ya da sana yapıldığında. Bir söz bile karşındakine minnettar kalmanı sağlayabilir. Yeni iyiliklerin gizli ümididir. Ama karşılık beklemeden… Yeni başlangıçların ya da mutlulukların habercisidir. Memnuniyet göstergesidir.

Gönül borcu… Çok manevi.  Hoşnutluk duygusu verir. Yapılan iyiliğin farkında olma, bilincinde olma, daha yukarılara ilerleme, takdir… Anlamı ve eylemi,  kalpten ve ruhtan kaynaklanır. Cesareti gösterir. Yumuşak başlılığı, uyumu, nazikliği, değer bilmeyi… Yüceltir, sevinç yaratır.

Yardım, içten gelen bişey. Birileri karşılığını versin diye değil, birileri minnettarlık duysun, biz de egomuzu tatmin edelim diye de değil. Yapılan iyilikler, yardımlar, destekler mutlaka bizi, başka yollarla, başka zamanlarda bulacaktır. Teşekkür etmek, evrensel ve ahlaki bir değer ve de kelime. Teşekkürler, hem şükretmek hem de daha büyük manevi menfaatlerin arzusudur. İyiliği görüp kıymetini takdir ederek ona karşı saygılı olmak, sahip olduklarımızın şükrüdür. İnsana yakışandır. Görgüdür, tevazu halidir.

İyilik gören bir kişinin bundan dolayı hoşlanması, sevinmesi, memnuniyetlerini belli eden tavırlarda bulunması beklenir. Yapılan iyiliklerden çok, bunları vereni görmek, bilmek bir erdemdir. İyiliği yaparken nazikçe yapmalı. Kalpte hissedilen sevinç, kendini borçlu hissetme, insanı iyi yönde eyleme sevk eder. Şükretmek, sadece  bir iyilik ya da bir merhamet söz konusu olduğunda değil yaşamımızın her anında olsa. Şükran hisleri içinde olma’da  3 unsur var. Bilgi, tavır ve davranış. Bilmek önemli. Ne olduğunu, oluş biçimini ve sebebini görmek ve bilmek….

Sahip olduklarımıza şükretmeliyiz. Sağlığa şükretmenin yolunun, vücudumuza gösterdiğimiz ihtimam olduğunu unutmayalım.

Hayatta sahip olduklarımıza minnettar olalım, işlerin kötüye gittiği bir anda sadece yürüyebildiğimiz, duyabildiğimiz, düşünebildiğimiz veya nefes alabildiğimiz için minnettar olmak, bizi olumsuz duygular ve stresten uzaklaştırıp olaylara daha pozitif bakmamızı sağlıyor. Diğer insanlara samimiyet hissetmemizi ve herşeyin daha anlamlı ve değerli olmasını gerçekleştiriyor. Aksi takdirde zaman ve yaşamdaki tüm paradoksların içinde, acılara, olumsuzluklara yaptığımız şahitlik ve yaşanan minnetsizlikler, ansızın bulunduğumuz noktayı değiştirebiliyor ve özümüzden uzaklaştırabiliyor. Tam zıttı olan kelime ise Nankörlük… Her zaman kaybettiriyor. Minnettarlık duygusunun tadını cıkarmamız lazım. Bolluk ve bereket ancak bu duygularla mümkün olacaktır. Minnettarlık duyan insan güçlüdür ve her geçen gün bu, daha büyük bir güç yaratır. 

Nefesimize minnettar kalalım….

Nefes;

anteziantezi bir durum. durumrıklığı yaşanırsa bu işte zor bir durum. abilir. neden olabilir. edecek. aki herşeyi en inceyaşam belirtisi…. İç çekiş, rahatlamak için, iyi hissetmek için gözlerini kapa ve  güzel, derin bir nefes al ve ver…  Sıkıntıyı al ve başka yere gönder. Sonra enerjini, içindekini, ver kendine ve evrene.

Hep yeniden başlamaktır. Bir müjdedir, mucizedir. Dekordaki en çarpıcı, olmazsa olmaz bişey. Yokluğu tartışılamaz. Olmadığında, daha büyük yokluk. Sevinçte, kederde, hiddette, endişede, korkuda, ümitte, zafer uçuşunda, mutlulukta, doğada, dinginlikte… Hep başka başka ama hep olmalı. Farkına varmadan belki, kanıksamış olarak. Muhtacız. İnsan başka neye daha büyük bir ihtiyaç duyabilir? Daha doğrusu başka neye bu kadar zorunlu ve bağlı? 

Varlığın, yokluğun göstergesi. Doğal ritminde, bazen telaşlı, bazen heyecanlı, yaşadığımız tüm anlar etki ediyor ritmine… Teknikleri geliştirirsek bize faydası oluyor. Değerini çok bilmeli, şükretmeli aldığımız her anın nefesine. 

Doğuş anında, bitiş anında ve tüm arada aldığımızla yaşıyoruz. Müthiş bir enerji. Bahşedildi. İçimizde.

Varolduğumuza aşık olalım. Sevgimiz, nefes almak gibi olsun. Verdiğimiz nefesler hep sevgi olsun. Nefesimizle, aldığımız ve verdiğimiz sevgilerimizle dans edelim. İzleyelim nefeslerimizi… Duygularımızı nasıl değiştirdiğini hissedelim.

Aşk ve sevgi dolu ritimlerimiz, büyük değişimi sağlayacaktır. Anlamlı nefes alacağız. Minnettarlıklarımızı hep hatırlayacağız. Sükunet içinde ve gittiğimiz istikamette, özvarlığımızı ve gücümüzü koruyarak. Hep yeniden şarj ederek, hayata hep yeniden başlayarak, nefes alacağız. Marifet, sonuna kadar en iyi şekilde yaşamak ve yaşatmak.

‘’Sen dünyanın en güzel mucizesisin.’’ Burda olmanla ve başkaları için de…

Aldığınız her nefese ve her mucizeye minnettar kalmanız ve tanık olmanız dileğimle….

Ayşen Arıduru

Sürekli Keşfet

CEO’s Üst Düzey Yöneticilerin İş ve Yaşam Dergisi 2009/Sayı:65

Erişmek zorunda olduğumuz şey….

En iyi hal için, en iyi kişi olabilmek için kendini şekillendirmek için yaptığımız şey…

En heyecanlı…

En bilinmeyen yönlerin çıkması ortaya….

En farkındalık….

En iyi güçleri anlamak içimizde.

En büyük zirve, yaşamdaki…

Kendini keşfet…

Sürekli…

Ve de

Herşeyi…

Yaşamın akışında…

Daha çok şeyi bulabilmek için.

Daha fazla zevk alabilmek için.

Daha fazla görebilmek, duyabilmek, dokunabilmek ve hissetmek için.

Daha büyük beklentiler için.

Daha fazla erdemli olabilmek için.

Daha iyi ilham alabilmek için.

Daha fazla örnek olabilmek için.

Daha seçici olabilmek için.

Daha iyi düşünebilmek için.

Daha fazla kendine yardım edebilmek için..

Daha fazla başkalarına yol gösterici olabilmek için.

Daha fazla kendine egemen olabilmek için.

Daha fazla verebilmek için.

Daha fazla idrak gücü için.

Daha cesurca kabullenebilmek için.

Mutluluk için.

Kendinin farkında ol , iste ve keşfetmeye devam…

Kişi kendi hayatının, mutluluğunun tasarımcısıdır. Muhteşem bizi istiyoruzdur. Geriye doğru değil, ileriye gidelim. Geçmişe değil geleceği düşünelim. Hep bir öncekinden daha iyi olmalı. Keşfetmeye çalışmak kadar keşfedilmeyi beklemek ya da keşfedilinmeyi sağlayabilmek de güzel. Yeni birşeye kavuşmak kadar, var olan birşeyin farkına varmak da keşfetmektir. Durağan hayatlarda veya amaçsız anlarda yaşamak tatsız. Kalıplara sokulmuş hayat ya da yüksek ölçüde  ya da haddinden fazla planlanmış bir hayat ksııtlanmış hayattır. Açık,  yalın ve yansız olmak lazım.

Keşfetmenin amacı, sonuçta başarıya ulaşmak. Herkesin hedefi farklı, herkesin başarı kriteri ya da anlamlandırması farklı. Buna ulaşırkense ilham alınan kaynaklar ne? Ya da ilham veren… Herkesin beslendiği kaynaklar farklı. İlhamı, kendimizden, bir başka kişiden, yaşanan bir olaydan, içinde bulunduğumuz bir andan, bir histen veya rüyalarımızdan alırız. Almaya çalışmadan, zorlamadan kendiliğinden zihne giren doğal bir şey. Yaratıcılık esnasında ruhun arzulanan, beklenen yönde etkilenmesi. Karşı konulamaz, yok sayılamaz reddedilemez ve de mutluluk kaynağı aynı zamanda. İlham, hassasiyetin kazandırdığı algılamalar ve eylemler sonucu oluşan hal ve bu halin de ortaya çıkardığı olumlu bir sonuç ve keşfedilen de birşeydir. Keşfederken de ilham aldığımız şeyler önemli.

Yani sürekli keşfetmek için sürekli ilham almalıyız. Ve de ilham olanaklarımızı mümkün olduğunca çoğaltmalıyız.  

Sözler, mevsim, müzik, anlar, haller, tezahürler, kişiler, deneyimler, deneyimsizlikler, tenha yer, yoğunluk, sadelik , görsel olan herşey, eşyalar, çiçekler, çöl, dağ, deniz kısaca tabiat, bulunduğumuz mekan, tepkiler, idrak, anlayış,  hayranlıklar, başarılar, hoyrat bir kuvvet, ya da naif bir davranış, özgürleşme, rekabet, hayaller, limitsizlik ya da limit.….

Sadece kendini keşfetmekten bahsetmiyoruz. Bulunduğun mekanı bile daha iyi görebilirsin. Yakın bir dostun bazı ilginç yönleri ile karşılaşabilirsin ya da sana uzak olan birini sana yakınlaştırabilir ondaki birşeyi keşfetmek… Olayları daha iyi algılayabilirsin. Söylediklerinle yaptıkların arasındaki ilişkiyi, bağlantıyı ya da anlamsızlığı bile keşfedebilirsin. İstediğin ve başına gelen arasında  nedensellik kurabilir ve aradığını bulabilirsin bir anda.

Bakmak ve düşünmek gerekiyor. Kanallar açık olmalı, gözlerimizi biraz daha açabilmeliyiz. Kalbimizi daha da genişletmeli, hoşgörülü olmalıyız, paylaşımcı, sabırlı olmalıyız ve eğer kendimizin farkında olabilirsek, attığımız her adımın bile,  o zaman keşfedecek çok şey olduğunu görebileceğiz. Keşfederken zorlamaya, zorlanmaya asla gerek yok. O zaten doğal yolla oluşacaktır. Dozajı ayarlamalı.

Bu bize ve yaşamımıza  ne getirecek ?

Kendimizi seveceğiz. İnsanları seveceğiz. Tatmin duygumuz artacak. İşlerimizde başarılı olacağız. Özel hayatımızda mutluluk oluşacak. Heyecan gelecek.

Diğer türlü yaşam, çok monoton, renksiz ve tatsız olurdu. Değişim olacak. Değişime uyum sağlanacak. Tüm değişimlerdeki farklılıkları da keşfedeceğiz ve bu bize tatlı ve vazgeçmesi de zor bir yaşam bırakacak. Büyüyecek, gelişeceğiz. Hiçbir zaman geriye gitmeyeceğiz. Keşfetmez, peşinden gitmezsek, almazsak içimize, o takdirde yerimizde sayacağız, küçük hırslarımız, arzumuz, gücümüz olmayacak ve bu bize bişey yapmayacak belki, belki farketmeyecek bir şey ama o zaman da alacağımız ve sahip olacağımız bazı duygular ve  mutluluklar da bizimle olmayacak. Tercih….Yaşam tercihlerle dolu,  anlar boyunca. Karar anlarını, nerde olmak istediğimizi, nasıl biri olmak istediğimizi, nelere sahip olmak istediğimizi, yaşamımızda ne kadar yükseleceğimizi, ne kadar değişmek istediğimizi, ne kadar iyi olacağımızı, ne kadar hayranlık uyandıracağımızı biz belirleriz. Biz yaparız. Sadece aynı yerde kalmayalım ve buna izin vermeyelim.

Siz nasıl tercih ederdiniz?

Platon :  ‘’ İnsanın kendini fethetmesi zaferlerin en büyüğüdür. ‘’

Etkili, derin, zengin çağrışımlar yaratacaktır içimizde… Fethetmek, keşfetmek, hissetmek ve değişmek..

Yaşamın kapıları…Kendi kapılarımız. Açtık, aradık, gördük, aldık, donandık ve  sunduk.

Sürekli keşfedelim…Herşeyden önce kendimiz için….

Ayşen Arıduru

Restore Etmek

Black or White Cemiyet, Yaşam ve Kültür Dergisi/2015

To make good; to make amends for.

Restore Etmek….

Önce, kendinden başlamak…

Eski kendine dönmek yerine, tazelenerek en saf enerjiyle rafine olmak…

Farklılaşma, güzelleşme, değişim, yaşamın getirdikleri ile, erdemlerle başkalaşmak…

Yenilenme…

Yenileri absorbe etmek, kendini ve insanları benimsedikten sonra insanlara dokunmadan yaşanılan alanı restore etmek…

Asıl olanı bozmadan, yok saymadan, kabul etmek…

Daha iyiye, bilmenin maksimum farkındalığına, öğrenmiş olmaya ve öğrenmenin devamlılığıyla birlikte başarılarla hayatı süsleyerek, iyiliği, gücü, zerafeti daha anlamlı hissederek canlanmak, yeniden hayat bulmak…

Rehabilite ederek bozulmuşlukları onarmak…

Düzeni yeniden kurmak…

Farklılaşarak daha güzel renklere, keşiflere, tasarımlara, derin duygulara arzu duymak…

Herkesin hayranlık duyacağı değişimleri hayata eklemek…

Özümüze müdahale etmeden, hırpalanmış, zarar görmüş taraflarımızı değiştirmek, iyileştirmek…

Yaşamın her anı, farkında olarak ya da olmayarak restore etmekle geçer. Yavaş yavaş hayata katılsada geriye götürmez, ilerletir. Restore edilmiş hayatlar, kodlarını, görüntülerini, öğrenmişliklerini kanıt olarak bugüne ve geleceğe armağan eder.

Evrende var olan en önemli eser, en önemli değer İNSAN.

Hayatın içinde en güzele ulaşan, en çok keşifi yapan, her zaman iyiye doğru yol alan varlık olarak yaşayalım.

Restorasyon yapmamız kendimize bir gençlik iksiri gibidir. Zamanın ve diğer etkenlerin etkisinden kurtularak sahip olduklarımızla, yeni bir hayatın başlaması demektir. Ömrün uzamasıdır. Yıpranmayı durduracak ve zamana karşı koyma gücünü kazandıracaktır.

Kendinizi, hayatlarınızı, restore etmenin ve yarattıklarınızla mutlu olmanın zamanı.

Hemen şimdi…

Öğrenerek, düşünerek

Deneyerek

Görüşü, bakışı rafine ederek

Etkili ve sağlıklı zihne sahip olarak

Yetenekleri ortaya koyarak

Sağlık ve zarafeti önemseyerek

Bütün olanlar arasında ilişki kurarak ve anlayarak…

Da Vinci’nin büyülü yedi prensibini paylaşmak istiyorum…

Da Vinci’nin 7 Prensibi

1 CURIOSITA

Yaşama doymak bilmeyen bir merak ve öğrenmeyle bağlı olmaktır.
Hiçbir konu, hiçbir dal ayrımı yapmaksızın, çevremizdekilerin düşünecek ve söyleyeceklerinden çekinmeden, merakımızı kaybetmeden sormak, araştırmak, öğrenmek gereklidir.

2 DIMASTRAZIONE

Bilgiyi deneme yolu ile test etme, sebatkârlık ve hatalardan ders alma arzusu anlamına gelir. Öğrenilen her şey mutlaka denenerek test edilmeli, doğruluğuna ondan sonra karar verilmelidir.

3 SENSAZIONE

Duyguların özellikle hayati deneyimlerin bir aracı olan görüşün devamlı olarak rafine edilmesi anlamına gelir. Müzik dinlemeli, resim çizmeli, müzeler gezmeli, kitap okumalıyız. Değişik yiyecek ve içecekler tatmalı, çevremizdeki her şeye dokunmalıyız.

4 SFUMATO

Belirsizliği, paradoksu ve kararsızlığı kucaklama arzusu anlamına gelir. Gelişen dünyada başarılı olmak için belirsizlikler altında çalışmaya alışmalıyız. Paradoksla karşılaştığımızda sükûnetimizi koruyarak etkili ve sağlıklı bir zihne sahip olabiliriz.

5 ARTE/SCIENZA

Bilim ve sanat, mantık ve hayal arasındaki dengenin geliştirilmesi anlamına gelir. Her insan doğuştan her türlü yeteneğe sahiptir.

6 CORPORALITA

Zarafet her iki eli de aynı şekilde kullanabilmenin fitresi ve dengenin sağlanması anlamına gelir. Başarı için kişinin öncelikle kendisiyle barışık olması gerekir. Bunu sağlayacak bir etken de insanın sağlıklı, zarif ve dengeli bir vücuda sahip olmasıdır. Bunun için kişinin sahip olduğu fiziki yapısını geliştirmesi gerekir. Bunu sağlamak amacıyla kişi; stresten uzak durmalı, zihnini şen tutmalı, dengeli bir beslenme yapmalı, uykusunu düzenli olarak almalı, zarafetine dikkat etmeli ve sağlığını korumalıdır.

7 CONNESIONE

Bütün olanların ve her şeyin ilişkisini anlamak ve değerlendirmek, sistemli düşünme anlamına gelir. Kısaca yaşadığımız her şeyi birbiriyle olan ilişkisini anlamaya çalışmalı, her şeyi bir arada değerlendirmeliyiz.

Ayşen Arıduru

Ritüeller

Black or White Cemiyet, Yaşam ve Kültür Dergisi/2015

Ritüel bir kutlama, bir törendir. Kutsallaştırılmış ve geleneksel hale getirilmiş  ve içinde bulunulan duruma uyum sağlayabilen, hak etmiş insanların  benimsedikleri, temalar ve sembollerin olduğu, ana teması değişmeyen, ama zamanla geliştirilebilen alışkanlıklar. Ritüel kendimize bir hediye. Kültürel kalıntılar , eskiden kalan, kuşaktan kuşağa aktarılan bilgi içeren töre tarzıdır. Kenosis; boşalmaya yönelik törenlerdir, yani yaşamın sonu, ölüm, yas tutulması Pelerosis; doldurmaya yönelik törenlerdir Doğanın sevincine ortak olma, mutlu haberler, yağmur yapması , yeni bir dönemin başlaması.

Modern hayatta, ritüelizm kavramı çağın ve insanların doğal yaşamına uyarlanmıştır. Süpermarketten alışveriş yapmak, hediye vermek, sevdiğin birşeyi yapmak,  paylaşımlar, ziyafetler, sevişmek, dinsel inançların gerektirdiği tapınma eylemleri, dernek, vakıf aktiviteleri… Yalnızlığın bile rütüeli vardır. Aşkın ritüeli bambaşka. Aşk da içinde bunları barındırıyor. Bu ritüeller basit, sade veya rengarenk, şaşalı olabilir. Seremoniler olabilir. Ayrıca günlük ritüeller de olabiliyor. Bunlar insanların doğal yaşam rutinleri haline geliyor. Bu rutinler severek ve içten  yapılıyor, çoğu planlı, programlı ve kendine özgü.

İtalyan Yönetmen Federico Fellini, bir seferde üç saatten daha fazla uyuyamadığını söyler. Sabah rutinini şöyle anlatmıştır. ‘’Sabah altıda kalkarım. Evi şöyle bir dolaşıp pencereleri açar, kutuları karıştırır ve kitapları oradan oraya kaldırırım. Yıllrdır kendime doğru düzgün kahve yapmaya çalışıyorum ama bu benim uzmanlık alanlarımdan biri değil. Aşağı inip olabildiğince çabuk dışarı çıkarım. Saat yedi gibi telefonun başına geçerim. Sabahın yedisinde, hakaret işitmeden kimi uyandırabileceğimi seçerken son derece titiz davranırım. Bazıları için tam bir uyandırma servisiyim ve artık alıştılar. ‘’ Fellini gençliğinde gazetelerde yazardı, ama sonra mizacının filmlere daha uygun olduğunu keşfetti. Film yapma sürecinin getirdiği sosyalliği severdi. ‘’Bir yazar herşeyi tek başına yapabilir ama disiplinli olması şarttır. Sabah erken kalkmalı ve odada beyaz bir kağıtla baş başa kalmalıdır. Ben bunu yapamayacak kadar haylazım. Kendim için en iyi ifade aracını seçtim bence. Yönetmenliğin sunduğu, işle birlikte yaşamanın bu çok değerli kombinasyonunu seviyorum.’’

Edebiyat eleştirmeni ve deneme yazarı Edmund Wilson, kendi kuşağı içerisinde, içki alışkanlığı, çalışmalarına gölge düşürmeyen tek ünlü alkolik edebiyatçı idi. Molson birasını ve Johnnie Walker Red Label’ı tercih etmesine rağmen, ev yapımı cin, saf alkol dahil kendisine sunulan herşeyi memnuniyetle içerdi. Wilson az uyurdu. Her gün için bir hedef belirler ve ona sadık kalırdı. Sorunlu bir esere başlamasına ya da onu bitirmesine yardımcı olması için arada yudum viski almaya karşı değildi. Günlük altı yedi sayfasını bitirdikten sonra mektuplarını yanıtlamaya, günlük yazmaya zaman bulurdu. Günlüğünde romanları ve denemelerinde kullanacağı fikirler üzerinde çalışır, aynı zamanda hayatındaki kadınlarla yaşadığı cinselliği, duygusuz detaylarıyla ve en ince ayrıntısına varıncaya dek kaydederdi. Wilson’ın dört karısı ve sayısız ilişkisi olmuş, tıknaz ve gösterişsiz görünümüne rağmen, kadınlar üzerinde şiddetli bir çekim gücü yaratmayı başarmıştı. Umursamadığı konularda yazmayı redderdi. ‘’Yazmaya ilgi duyduğunuz şeyi yazıp editörlerin onun için para ödemesini sağlamaya başarmak, çok dikkatli hesaplamalar yapmanızı ve eğey becerikli olmanızı gerektirebilecek bir hünerdir’’ diye belirtmişti.

Pyotr İlyiç Çaykovski, Rusya ve Avrupada yıllarca gezindikten sonra, 45 yaşında Rusya’nın kuzeybatısında bir köy kır evi kiraladı. Bu yeniliğin muhteşem bir rahatlık olduğunu farketti. Her sabah yedi sekiz gibi uyanıp, kendisine bir saat ayırıyor, çay ve sigara içiyor, İncilden birşeyler okuyor, Spinoza veya Schopenhauer ‘in felsefe eserlerini okuyordu. Günün ilk yürüyüşünü yapar çalışmaya koyulurdu. Piyanononun başında beste yapmaya başlamadan önce, sıkıcı işlerinden kurtulurdu. Sürekli puro içerdi. Uykusuzluktan muzdaripti. Eskiden yatağa girmeden şampanya içmeyi adet edinmişti. Sonra banyo zeminine uzanmanın uyku ilacı vazifesi gördüğünü düşünmüş, bir gece saat onda dinlenmek üzere yatağına uzandığındaysa, hiçbirşey yapmadan hemen uykuya dalmış. O zamandan beri aynı şeyi yaparak aynı etkiyi almaya devam etmiş. Tabi ki bu onu neşelendiriyordu.

Vincent Van Gogh, ‘’Bu gün yine sabah yediden akşam altıya dek, yemek almak için bir iki adım öteye gitmek haricinde, yerimden hiç kımıldamadan çalıştım. Kendimi hiç yorgun hissetmiyorum., hemen bu gece bir resim daha yapacak ve onu da başarıyla sonlandıracağım. ‘’ Van Gogh yaratıcı bir ilham sürecinin etkisi altındayken, sadece yemek için mola verir, hiddetle çalışarak, durmadan resim yapardı.

Amerikalı ressam, film yapımcısı ve yayıncı Andy Warhol ömrünün son 11 yılını her sabah eski dostu ve beraber kitap yazdığı Pat Hackett’e telefon eder, son 24 saatte gerçekleşen olayları anlatırdı, gördüğü insanları, harcadığı paraları, dedikoduları, katıldığı partileri. Hackett notlar alırdı günlük oluştururdu. Başlangıçta harcama takibi ve  vergi amaçlı tutulan bu günlük, zamanla esas amacını aşarak, samimiyete pek meraklı olmayan bir sanatçının samimi bir portresi haline geldi.

Mimar Frank Lloyd Wright, tüm gününü, gerçekten bina tasarımları üzerinde çalışmak dışında herşeyi yaparak zaman geçiriyor gibi görünüyordu. Toplantılar düzenliyor, telefon görüşmeleri yapıyor, mektupları yanıtlıyor, öğrencileri ile ilgileniyordu, çizim masasına oturduğu nadirendi. Wright, binaları için fikir üretip, ne zaman çizim yapıyordu? Sabah dörtle yedi arasında…Dörtte uyandığında zihni açıktı. Wright’ın, tasarımları üzerinde çalışırken, nadiren görülmesinin nedeni, mimarın tüm projeyi zihninde şeillendirmeden bir taslak bile çizememesiydi. Birçok meslektaşı, şaşkınlığa kapılarak, proje çizimlerini kritik müşteri toplantısından hemen öncesine dek erteleme alışkanlığından bahsetmişti. Wright 20.yy en ünlü konutlarından biri Şelale Evlerini bile son anda oluşturmuştu. Son anda meydana gelen, bu zoraki üretkenlik patlamaları yüzünden bitkin düşmemişti.  Hiçbir zaman kimse onun acele ettiğini ve telaşa kapıldığını görmemişti. Bitmek tükenmek bilmeyen bir yaratıcı bir enerji deposu gibi hareket ediyordu. Wright yatak odasında da aynı ölçüde şaşırtıcı bir enerji sergiliyordu. Mimarın üçüncü karısı bundan bile endişelenmeye başlanmıştı. ‘’Bu Tanrı’nın ona bahşettiği bir lütuftu. O kadar şehvetliydi ki, bu kadar taşkın ve bu kadar muazzam bir enerjinin ona zararı dokunacağından endişe ederdim. Doktorun önerisiyle, potasyum nitrat verilmesi düşünülmüştü, fakat gönlüm elvermedi. Çünkü yaratıcılığını ve deneyimlerini körelttiğini, bundan mahrum etmemem gerektiğini düşündüm  ’’ derdi.

Hepimizin, günlük yaşamda, severek yaptığı, doğamız haline dönüşmüş günlük rutinleri vardır. Belli periyotlarda ise bazı ritüeller içindeyizdir. Sıradışı kimliklerde çok da sıradışı eylemler olmayabiliyor.  Başarı, dahilik, farklı olma hali, illa çok da uçuk kaçık şeylerde gizli değil.  İnsanın kendi içinde yol bulduğu, kendine yakın gelen, rahat ettiği ve mutlu olduğu bir yaşam döngüsü içinde sergilenmekte ve uygulanmakta.

Ayşen Arıduru

Rafine Yaşamlar

Black or White Cemiyet, Yaşam ve Kültür Dergisi /2014

Yaşama değer vermeyen, onu asla haketmemiştir. Hayat hepimize gerçekten bir armağan. İçini nasıl doldururuz, ne yönde ilerletiriz, biraz bu bize bağlı.

Savurganlığın para pul ile ilgisi yoktur, çok fakir ama savurgan insanlara da rastlayabilirsiniz. Rafine olmak, biraz insanı çevreleyen yaşam kaynaklarına akılcı bakmak, onları yaşama aktarabilmek, ve kalitesine önem vermek ile ilgili birşeydir. Diğer bir anlatımla hayatı savurmamak da bir anlamda rafine yaşamın ilk kilometre taşıdır.

Elimizde olanlar ve  elimizde olmayanlar  olacaktır. Müdahale edemediğimiz, kontrol dışı birçok şey gerçekleşecektir. Kendimizin nasıl biri olacağına, kendimiz karar vereceğiz. Değerlerimiz oluşacak, prensiplerimiz, sevdiklerimiz ve bir tarzımız olacak. Zevklerimiz gelişecek, kendimizi daha çok tanıyacağız gitgide.  Bilgi ve deneyimler arttıkça, elbette daha iyi olacak, yaşananların , geçmişin hüznü gelecek bazen gözlerimizin önüne, kalbimizde hissedeceğiz, kararlarımızın sonuçlarına şahit kaldığımızı farkedeceğiz. Düşünceler, yorumlar devam ederken içimizde,  değişim hep devam edecek, yaşama şeklimiz değişecek. Tercihlerimiz değişecek. Alışkanlıklar bile bazen. Hiç durmayacak döngü. Herşey her zaman harika gitmeyecek. Bazen beklenmedik anlar olacak. Merak içinde olup, öğrenmek için sürekli bir arayış içinde olup,  belirsizliği, tutarsızlığı,  çelişkiyi, kararsızlığı yaşamaya da hazırlıklı olmak gerekmez mi? Tüm bunlarla başa çıkabilme gücünü hissetmek ve kendini sürekli iyi hissedebilmek iyi gelmeyecek mi kendimize? Gittikçe rafine hale gelmeyecek miyiz?

Leonarda DA Vinci’nin bir sözü:

‘’Deneyimlerini zenginleştirme yolunda hislerini, duyularını, özellikle görme duyunu devamlı geliştir, rafine et. ‘’

‘’Rafine’’ kelime anlamı; incelmiş, ince, arıtılmış, saflaştırılmış demektir. İnce ince işlenmiş, belki biraz yavaş yavaş olmuş, fazlalıklardan arındırılmış, özüne, kalitesine ulaşılmış…

Rafine olmak; bu hale gelmek, ince ve hassas duyguların zevki ile olur. Yaşanmışlıklarla öğrenilir. Hayatın güzelliklerini ve anlamını kavramakla, görgülü,  kibar, bilgi, merak ve heves içinde zevkleri hak ettiği gibi yaşamakla,  yaşadığının hakkını vermekle oluyor.

Bu karakterler, etkileyici bir kültür sahibi, kendisinde ve hayatında ince detaylarla bir estetiğe ve mükemmelliğe şahit olunan kimselerdir. İdealleri; düzgün yaşamak, marjinal deliliklere, uç noktalara ve oyunlara entrikalara, hayatlarında yer vermemek, dedikodudan uzak, saygın bir yaşam sürmek, aldıkları keyifleri ve zevklerini icra etmek, sakin ve dinginlik içinde olmaktır.

Farklılaşma isteği ile başlayan rafine bir yaşam ve bakış açısı, bu farklılığı benimseme ile yerini buluyor. İşte daha önce bahsettiğim sürekli merak içinde, hevesle yapılan tüm arayışlar, rafine bir yaşama kavuşma için…

Rafine yaşamlar,  kaos içinde olmanın tam zıttıdır. Karışıklık, düzensizlik kararsızlıklar yoktur. Ağırbaşlı, özel zevkler içinde, seçkin, seçici, tevazuludur. Yıllar birikip, yaşanmışlıklar sonrasında az, öz, sade gösteriş dışı yaşamlardır. Zamanın ve insanlarının kıymetini bilen, yaşamlarını iyi ve değerli yöneten, hayatlarının amacının bilincinde yaşayan insanlar, rafine kişilik sahibidir. Kabullenici ve olgunluk düzeyleri yüksektir.

Aşmış olmak kavramı böyle insanlar için söyleniyor. Gelişigüzel değil, zevk alarak, derinlik içinde, kendi değerini de bilerek… Çevrelerine ve topluma katkı sağlamanın verdikleri haz içinde.

Rafine kişilik sahibi olmak,  sosyal statü ile alakalı değildir. Finansal güç ile de ilgisi yoktur. Sanki işin ucu paraya dayanıyor gibi görünse de finansal güç sahibi olmayan, rafine karakterler ve rafine yaşamlar görüyoruz… Rafine şeyler, çoğu zaman pahalı değillerdir. Ancak çok küçük bir zümre tarafından paylaşıldığı için, rafine zevkler, biraz para sahibi olmayı gerektirebiliyor.  Tanınmış ve pahalı bir markaya sahip olmak, rafine bir olay olmadığı gibi, ucuz ama yüzyılladır varlığını geleneksel yöntemlerle sürdürerek üreten bir markadan, alışveriş etmek rafine olabiliyor ya da dün kurulmuş ama mutevaziliği ve teknolojik güzelliği ile ön plana çıkabilen bir emtiayı kullanmak da rafine olmayı çağrıştırıyor.

Hangi şarabı, hangi yemekle içebileceğini bilmek, buna yeme içme kültürü diyelim, golf, binicilik, yelken vb sporlara düşkünlük, yurt dışı seyahatler yapmak, yabancı kültürlere ulaşmak, sanata eğilimli olmak, birşeyi sonucunu, nedeni ile ilişkilendirme ve bağı kurabilme becerisine sahip olmak, rafine yaşamlar gereği. Örnek verirsek, bir sanat eseri ile karşılaşma yetkinliğinde ve becerisinde olup, bir tablonun ne kadar anlamlı ve değerli olduğunu görebilecek ama bunun  neden olduğunu bilecek kadar bir kültür, merak, birikim ve bilgi düzeyinden bahsediyoruz.

Rafine Yaşamlar için gereken şeyleri özetlersek;

-Geleneksel değeri olan bir yaşam stili

(ev, dekorasyon, yaşam alanları, kullanılan ürünler, tüketilen malzemeler, seyahat tercihleri, yeme içme şekli, ilişkiler yönetimi)

-İlgi duyulan alanda etkin olma ve varolma tercihi

(icra edilen zevkler, hobiler, alanında kabul görmüş biri haline gelme, işini iyi yapma, birikimli, kültür sahibi, duyulan hayranlık)

-Yıkılmaz bir karakter

(ne yapacağını bilen, iyi analiz, kendine öz güveni yüksek olma, pozitivizm, saygınlık, güvenilirlik)

-Dingin bir ruh

(sakinleştirilmiş bir ruh, sağlıklı ve rafine düşünme ve davranış hali)

Bir tespit de şu ki; gerçek rafine yaşamlara ve karakterlere baktığımızda onlara bahşedilen asıl lütuf, rafine zevklerinin hepsine birden ve hızlı ulaşamamaları, basamakları yavaş yavaş çıkmalarıdır. Bir mücadele yaşamış olmalarıdır. Çünkü rafine şeyler, öyle bir günde öğrenilmiyor, hayata geçirilemiyor.

Hepimizin, gerçek rafine yaşamlar içinde olması isteği ile…

Ayşen Arıduru

Özümüzde Nerdeyiz

CEO’s Üst Düzey Yöneticilerin İş ve Yaşam Dergisi/2008/Sayı:58

“Çalışacağım ve kendimi hazırlayacağım. Ve bir gün şans kapımı çalacak.” Abraham Lincoln

Göğün hareketi güç yüklüdür; tıpkı kendini geliştiren üstün insan gibi…

Gök durmaksızın hareket halindedir. Bu kişinin kendini güçlü, işe yarar ve devamlı kılması için etkili bir örnek olmaldır.

Dinamik ve uyanmakta olan güç; henüz olmasa da zamanı gelecek, şimdilik hazırlanmalı ve beklemelisiniz.

Var olan durumunuzda ilerleme kaydetmelisiniz, çabalarınız sonuçsuz kalmayacaktır. Mümkünse sizden daha olgun ve ileri kişilerden yardım isteyebilirsiniz.

Gün boyunca etkinlik var ama gece uzun görünüyor. Karşılığı bazen pek fazla alınamadan çok çalışmak gerekebiliyor, zor koşullarda dahi doğru yoldan sapmamak lazım.

Bir seçim yapma zamanı, ya geri çekilme, ya da ileri atılma söz konusu. Doğru ve yanlış yol yoktur. Bunlar kişinin kendi içinde yorumlayabileceği değişken olgulardır.

Bir kişi yeteneğinizin farkına varıp size yardıma koşabilir. Sonrasında etkiniz artacak ve çevreniz genişleyecek. Buna karşın beklenmedik şekilde yalnız kalmanız söz konusu.

Kibir kötü. Pişmanlık getirir. Böyle devam ederseniz maddi, manevi varlığınız tehlikeye girecektir. Kabul edici yön, büyük başarı ve kazanç getirebilir.

Sonuç sabır, azim, çaba ve çalışma….

İnsanın kendini tanıması; geçmiş ile hal, hal ile gelecek, yani olan ile olması gereken arasındaki bağlantıyı doğru yorumlaması ve bu süreci doğru okumak suretiyle, temsil ettiği ve edeceği kimlikler ile bu kimliklerin doğurduğu sorumluklar arasındaki kombinasyonu doğru kurmasıdır.

Dış dünyanın, insanı sürekli olarak belli kalıpların içine çekmeye çalışması karşısında insan, daha içe dönük ve muhakkak ki daha aydınlık ve doğal başka bir kalıbın sancısını duymaktadır. İç dünyamızda oluşturduğumuz kalıplar ile dış dünyanın bize sunduğu kalıplar arasındaki uyum, bizim mutluluk katsayımızla doğrudan paralellik arz etmektedir. Biri zekânın ve özgürlüğün, diğeri aklın ve tutsaklığın muhatabı durumundaki iki kalıp…

Buna göre insan, mutlak ölçüler ile nispi ölçüler arasında bir denge kurmak ve kendisini de bu iki ölçünün ışığında tanımlamak zorundadır. Hayaller ile hayatın sunduğu gerçekler arasındaki çatışmada nasıl bir tavır takınacağı, bu tanımlama ile doğrudan ilişkilidir.

Ben kimim? Hayatımı hangi fikrin ve hangi kültürün kodlarıyla hecelemek istiyorum? Hayat beni hangi kodları hecelemeye mecbur ediyor?

Nasıl ki entelektüellik başka dünyalar karşısında kendi kültürünün kodlarını heceleyebilmekse, sevgi de, kendi kültürünün kodlarıyla başka dünyalara selam verebilmek… Çünkü insanın kendisini sevmesi, sevgi değil ki. O tabi bir hal… Aksi ise marazi bir hastalık…

İnsanın kendisini tanıması, dış dünyaya karşı pozisyon alması; dış dünyayı tanıması ise kendi pozisyonunu sorgulaması ve dolayısıyla, kendini tanımlamada düştüğü hataları tamir etmesi gibi bir sonuç doğurur…

İnsanın kendini tanıması; neye ağladığını, neye güldüğünü, neye özlem duyduğunu sebepleriyle birlikte bilmesidir. Ama bu tanımanın yarısıdır. Ağlayacağı yerde gülmeyi ya da güleceği yerde ağlayabilmeyi becerebilmek için hangi kalıplara muhtaç olduğunu bilmesi, tanımanın ve tanımlamanın diğer yarısıdır…

Çünkü hayat, insanın karşısına güleceği şeyleri çıkarır ama ondan gülmemesini ister. Aynı hayat, yine aynı insanın karşısına ağlayacağı şeyleri çıkarır ama ondan ağlamamasını ister. Demek ki, kendini tanımak hayatta sonuca ulaşmak için gerekliliktir ama yeter şart değildir. Esas olan, insanın kendisini hayatın gerçekleri ile bir arada yorumlayabilmesi ve bu gerçeklerin gölgesinde kendisi için yeni dinamikler üretebilmesidir.

İnsanın yine kendisini tanıması ve pozisyonunu sorgulaması noktasında, dış dünyayı tanımlaması ile anlaması farklı şeylerdir. Tanımlama, insanın kendisine dönük ve belki biraz da bencil bir psikolojinin ortaya çıkardığı sonuçtur. Anlamak ya da anlamaya çalışmak ise; dışa dönük, dış dünya ile müşterek bir hayatın kurulmasını hedefleyen, bir nevi mutabakat kültürünün doğurduğu bir çabadır.

Kendini tanıma, şu anda olduğumuz nokta ile olmak istediğimiz nokta arasındaki yoldur. Geçmişte yaptıklarımız, seçimlerimiz, vazgeçtiklerimiz, becerilerimiz, yetkinliklerimiz, gelecekte de neler yapabileceğimizi gösterir. Tüm yaşadıklarımız, tecrübelerimiz, tepkilerimiz, sevinçlerimiz kendimizi tanımamıza yardımcı olmuştur. En önemlisi de çemberimizdeki insanlarla var olmuş, bazen dışarıda kalmış, ancak yaşamın her anında insanlarla temas etmişiz ve çoğu zaman insan bize ayna olmuştur ve kendimizi daha iyi görmüşüzdür.

Kendimizi nasıl biliyoruz ve görüyoruz , başkaları nasıl görüyor? Bu iki sorunun cevabı aynı ise biz kendimizi tanıyoruz demektir.

Her insan içinde kendinin bile bilmediği bir şeyleri sakladığının farkındadır. Aslında herşey de burada gizlidir. Karşılaşılan olaylar, yaşananlar şoklar, sevinçler sonucunda bunlar bazen ortaya çıkabilir. Öfke, bencillik, kıskançlık, tepkisel olma, çıkarcılık ya da merhamet, hoşgörü, yardımseverlik gibi…. Kendini tanıma, bu nedenle öncelikle iç dünyanın derinliklerine doğru yavaş yavaş inilerek algılanmakdadır. Sonrasında dış dünyada temas edilen insanlarla olan etkileşim ve iletişimde, ortaya çıkmakta, desteklenmekte,  farkındalık artmakta, giderek daha bilinçli bir duyguya sebep olmaktadır.

Tavır ve davranışlarımız, düşüncelerimiz,  duygularımız için gerçekçi ve objektif olabiliyor muyuz değerlendirirken? Düşüncelerimizle davranışlarımız aynı mı, içimiz başka, dışımız başka mı?

Varlığımızın anlamını, nasıl biri olduğumuz ve neler yapabileceğimizi bilmemiz gerekiyor.  Kendini tanımak, anlamak ve kendini bilmek, ideali mi istiyoruz, hayal mi kuruyoruz?  Tercihlerimiz ne? Özümüzde neredeyiz?

İçinde yaşadığımız toplum, sosyal çevre, aile bireylerinin kişilik özellikleri, kültürleri, yaklaşımları, yaşam tarzları, tercihleri, inanışları, izini takip ettiğimiz bilge kimseler, yarattığımız bilinç kendimizi tanımamıza yardımcı olacaktır. İsteklerimiz, sahip olduğumuz değerler, zevkimiz, tercihlerimiz, dostlarımız, sevdiklerimiz, sevmediklerimiz kendimizle ilgili bize bilgi sunar.

İNSAN KENDİNİ İNSAN’DA TANIR.

En iyi iletişim yolu , dinleyerek ve görerek kazanılan iletişim yoludur. İnsanlara kendini değerli hissettirecektir. Karışınızdaki insan kim olursa olsun, gözlerinizdeki anlama arzusunu ve gerçek iletişim kurma isteğinizi algılayacaktır. Şuurlu dinleme bize insanların sözlerini duymaktan daha fazlasını verir, onların görüş açılarının nasıl ve niçin’lerini daha iyi anlamamıza yardım eder. Anlayış meydana geldiğinde, hiçbir anlaşmaya varılamasa bile her iki tarafta da bir sakinliğe ulaşılır. Anlayıştan yola çıkarak, bir diğer kişiye karşı saygı ve güven duyma mümkün olur; zihinlerimizi açma ve potansiyel çözümlere karşı görüş alanımızı genişletme konusunda özgür oluruz.

Hayatta başarının anahtarı sadece tanımlamakta değil, hem tanımlamakta hem de anlamaktadır. Çünkü sadece tanımlayan, kendisini de doğru tanımlamış ise statik bir dünya içinde pozisyon belirleme faaliyetini yerine getirmiş olur. Anlamak ise, belirlenmiş pozisyonları iki taraflı olarak enerjiye çevirmek, dış dünyanın enerjisini de kendi enerji kaynağı haline getirmektir.

Bu nedenle kendini iyi tanımak, kendini yönetmek, kendini iyi yöneten başkalarını da iyi yönetecektir, çevrenin farkında olmak, ilişkileri yönetmek, büyütmek, değişimi yakalamak, sürekli gelişim ve değişim içinde olmak, iç dengeyi kurmak, ve sürekli pozitif enerji halinde olabilmek ve bunu yayabilmek önemlidir.

Müspet manada değişimi yaşayanlar, sadece tanımlama kültürü ile değil hem tanımlama hem de anlama kültürü ile iç içe olanlardır. Çünkü anlamanın felsefesinde şuur vardır ve bu şuurun en somut tezahürü, sahibini değişime zorlamasıdır.

Ve bu hayatta insanın, kendisini sadece tanıması değil, aynı zamanda anlaması ve dış dünyaya da anlatması gibi bir vazifesi vardır….

Kendimizi iyi tanıyalım ki, ilişkilerimizin niteliği her zamankinden çok daha iyi olsun. Kendimizi tanıyalım ki, doğru seçimler yaparak yaşamımızın kalitesini ve gücünü artıralım. Daha barışık olalım kendimizle ve de diğer insanlarla.

Ayşen Arıduru

Ölçülülük

Black or White Cemiyet, Yaşam ve Kültür Dergisi/2015

Ölçülü olma, hayatı anlamlı ve keyifli yaşanabilir hale getirmek için uyulması gereken ilk kurallardan biri. Evrende ve yaratılan dünyamızda, ölçü ve dengenin varlığı ve faydası, herkes tarafından biliniyor. Kusursuz bir mükemmellikten bahsediyoruz, herşeyin birbiriyle ilgisi, bir bağlantısı ve faydası var. Yaşadığımız dünyanın dengesinin korunması şarttır. Bu da insanla mümkün olmaktadır.

Önce, insan kendi dengesini kurmalıdır içinde ve hayatında. Ölçülü yaşamalıdır. Titiz, dikkatli, düşünceli, duygu, düşünce ve tavırlarında kontrollü olmalıdır. Aşırı istekler, aşırı davranışlar, zarar verici bir hırs, öfke, bilmeden, düşünmeden konuşma hali, nasıl davranacağını bilmeme, kontrolsüz gidişler doğru olmuyor. İnsanın hem kendisine zarar veriyor hem de etrafındakilerine.  Ölçülü davranış, sağlam bir zihin ve sağlam bir karakter ile mümkün oluyor.

İlişkileri inşa etmek ve yürütmek, yeme, içme, giyim, kuşam, zevkler, eşya kullanımı, sarfedilen sözler, tüm eylemlerde ve birçok konuda aşırılıktan kaçınılmalı, orta yolu hedeflemeliyiz. İsraflık, tehlikeli, bunun karşıtı cimrilik de aynı şekilde.

İnsan,  şehvet, cesaret, korkaklık, cömertlik, cimrilik, gurur, tevazu, tembellik, çalışkanlık, sevgi ve düşmanlık gibi nitelikleri ölçülü ve dengeli kullanmalı, orta yolu tutmalı. Acelesiz, telaşsız, olgunluk içinde, sabırlı ve dingin halde olmalı. Amaç ve istekleri sadeleştirerek,  mükemelleştirmeye özen göstermeli. Lüzumsuz ve çok konuşmalar olmamalı ve haddini bilerek yaşamalı.

Herşeyin ve her anın iki ucu ve bir ortası vardır.  Birinden tutulursa diğer taraf ağır basar, ortasından tutulursa iki uç da dengede kalır.   İnsana ait herşey, konuşmak, susmak, ağlamak, gülmek, sevinç üzüntü ve tüm işler, ölçü ve denge esasına dayanmalı. İnsan arzuladığı bir dünyaya, ölçülü ve dengeli bir hayat anlayışına sahip olduğu gün kavuşabilecek.

İnsanın hayatındaki bir çok şey aslında ölçülü olmaktan geçer. Başarılarda ya da başarısızlıklarda büyük rol oynar. Nerde, ne kadar adım atılacağını iyi saptamalı ve ona göre hareket etmeli.

Mesafeli insanların düsturudur.  Dengeli insan, kendi eğilim, tutku, arzu,  korku, endişe ve davranışlarını kontrol edebilen, kendine hakim olan, hakim olabilmek için kendisine söz geçirebilen ve pes etmeyendir. Kendini bilir ve iyi tanır, tüm sorumluluğu üzerine alır. Bir eylemi nasıl ve ne oranda bir tepki ile  gerçekleştireceğini bilendir. Eylemsizlik ve sessiz kalma bile bir davranış şekli olabilir.  Aşırı iyimserlik bile insanın kendine zarar verebilir.

Ünlü fotoğraf sanatçısı Henri Cartier-Bresson’ a göre; ” Ölçüsüzlük bir an için insanı büyüleyebilir, ama zamanla katlanılmaz hale gelir. Yalnızca ölçülü şeyler, sırrını hiçbir zaman ele vermez’’

Aristoteles ‘’Gerçek insanın yolu bilgece bir ölçülülük ve altın orta yoldan geçer., aşırılıktan değil. ‘’

Demokritos ‘’Azınlık olan bilge insan, ölçülülük, öz denetim ve mutluluğun yolu olarak, zihnini geliştirmeye çalışırken, çoğunluk olan tensel insan, incelik ve bilgiden yoksun olarak arzularının ve duygularının peşinde sürüklenir durur ve sonuçta topluma çok az katkıda bulunur.’’

“İnsan, erdemlerinde dahi aşırıya kaçmamalı, öz ve nüvesinde, ölçü ve dengeyi kurmalı. Gerçekliğinde, vicdanında, samimiyetinde ve vefasında bile.’’

Ayşen Arıduru

Nev-i Şahsına Münhasır

CEO’s Üst Düzey Yöneticilerin İş ve Yaşam Dergisi/2010/Sayı:72

Hem farklı hem özgün olmak…farklı olmanın yalnızlığında kalabilmek, farklılığıyla farkedilebilmek… nevi sahsına münhasır…

                                    İnce bir denge…

Farklı olmanın yalnızlığında öteki hissetmek… Herkes gibi olmamanın risklerinde olmak da..

Farklı olarak değerli olmak da.. ikisi de aynı  kelimenin çatısı altında…

Her ikisini  de taşıyabilmek…ince bir denge üstünde… dengenin bozulabileceği riskinin kaygısında olmadan ama…

Ne aynı olmama çabası ile farklı olmaya çalışmak… Ne de farklı olduğu için değerli olacağı yanılgısıyla farklı görünmek…

Her ikisi de farklılık yaratabilir, ancak  her farklılık kabul edilebilir değildir…Özgün de olmayabilir…

Tam da bu noktada nevi şahsına münhasır olmak ile farklı olmak ayrılır…

Farklıydı bu pencereden baktığımızda tüm insanlık hayatına yön verenler….Buldukları ve liderlikleriyle…

Işık oldular insanlığa…

Ama ne bulundukları dönemde farklı olmak için özel çaba içindeydiler, ne de bu farklılılarıyla farkedilme isteğindeydiler…

Inandıkları ve oldukları gibi, hem özgün, hem samimi,  hem sıradışı olabilme dengesinde olabildikleri için farklı hissedildiler…

Nev-i Şahsına Münhasırdılar…

“Önce  uzak kaldık biraz ama sonrasında sohbetine eşlik etmek çok keyifliydi… Hem konuşur, hem anlardı, bazen de anlamamazlıktan gelirdi, söylenecek ne varsa söyler çekinmezdi, nevi şahsına münhasır işte…”

“Türkolog, şair, şarkı sözü yazarı, tiyatro ve sinema oyuncusu… Her zaman kırmızı ruju, sarı saçları, perukları, renkli kıyafetleri, sürekli gülümsemesiyle unutamayız kendisini. Aykırıydı, farklılığının bilincindeydi, öyle mutluydu. O, şarkıların yaratıcısı Aysel Gürel’di. Başkaydı, deliliği seçendi, deliliğe yakışandı. Nev-i şahsına münhasırdı.”

“Aşk filmlerininn unutulmaz Yönetmeni Ertem Eğilmez . Özgün bir sinema adamıydı. Ertem Eğilmez, Türk sinemasında insan duygularını en iyi şekilde harekete geçirebilen yönetmenlerin en başında gelir. O Türkiye’de sinema seyircilerinin kalbi nasıl kazanılır konusunu en iyi bilen yönetmenlerden biridir. İnsanlar yaşadıkça Ertem Eğilmez filmleri defalarca seyredilmeye devam edecektir. Nev-i şahsına münhasırdı. ”

“Her resminden imzası anlaşılacak, gerçeküstücülüğü, kendine has tarzıyla görsel bir şölene dönüştürmüş, delilikle dahiliğin kesiştiği noktayı temsil eden, rüyalarını resmeden, özel bir yetenek, sıradan olmayan karakteri ile büyük sürrealist Salvador Dali… Nevi şahsına münhasır sanatçı. Dali, aynı zamanda bir yazar, düşünür, bilim adamı, tasarımcı ve film yapımcısıydı.”

“Ülkesine ve insanına olan sevgisi, alçakgönüllülüğü, sempatikliği, vizyonerliği, renkli kişiliği ve enerjisi ile iş hayatındaki başarıları hala hatırlanırken Türk halkının gönlünde yer etmiş çok değerli Sakıp Sabancı…Paylaşmanın büyük bir mutluluk kaynağı olduğunu her zaman dile getiren nev-i şahsına münhasır insandı.  Sosyal ve kültürel hayatın çeşitli alanlarında vakıf, üniversite ve müzeleriyle insan hayatında kalıcı farklar yaratacak projelerin hayata geçirilmesini sağladı.”

Hali ve tavrı ile farkedilen ya da sıyrılan kişidir. Takdir edilir, hayran kalınır. Unique, kendine has, sanki yalnızlık içinde, benzersiz özellikleri kendinde bulunduran, değişik, bazen tuhaf, has üslup, karakter  ya da kendine özgü davranış tarzına sahip, özel, manalı, basiretli ve şuurlu. Böyle tanımlarız bu insanları. Bazen muğlak olur bu söylenen söz, sahibi için. Durumu idare etmek için de mümkün. Genel olarak olumlu yönde ifade edilir ama.

Nev-i şahsına münhasır.. Hem farklı hem de orijinal veya özgün olmak.. Her ikisini aynı anda bir arada barındırmak.. Her ikisinin de müspet tezahürlerini sentez haline getirebilmek.. Farklı olmak adına herhangi bir menfinin veya menfiliğin gölgesi olmak yerine, müspet ve orijinal bir ışık yayarak, bütün gölgeleri yok etmek.. Böyle bir pencereden bakarak tanımlamakta fayda var..

Dışavurumculuk akımının en güzel açıklamalarından birisi şudur: bireysel duruşlarıyla nevi şahsına münhasırlar hareketi.

Böyle kimseler içe dönük değildir, içine kapanık ya da karamsar ruh hali içinde değildirler genellikle. Bazı yetenekleri, yetkinlikleri, becerileri göz önündedir. Bu bir sanatçı belki, belki bir felsefeci, bir yazar, başarılı bir iş adamı, reklamcı, tercihleri ile, seçimleriyle, yaşam stili ile, tavırları ve hatta söylemleri ile anlaşılır. İzlenimler, duygular, sezgiler, yorumlar, tavırlar açığa çıkar naturel olarak ve gözler önüne serilir. Bu süreç dışavurum sürecidir. Yarattığı eserlerde ya da yaşamda yarattığı sonuçlarla ve haleti ruhiyesi ile anlaşılacaktır. Tecrübeler ve hisleri algılanacaktır. Özgünlük, içtenlik, doğallık, bireysellik ve samimiyet içinde, asla zorlamadan, içinden geldiği gibi, modellemeden ortaya çıkar.

Bu kimselerin ilham aldığı kaynakları mutlaka vardır ama bu nitelik içten gelen ve aslında taa doğuştan var olan birşeydir. Buna sahip olmak ve böyle anılmak çok güzel bir duygu. Hepimizin böyle yönleri var, hepimiz farklıyız. Gerçekliğe bağlı kalmak, ya da insanların hoşuna gitmesi gibi bir amaç taşımamalı. Özel yönlerimizi bilmeli, ortaya koymalıyız ki yaşamdan sonra da kalıcı kalalım…

Başkası olma, kendin ol….Kendimize doğru yolculuk….

İş hayatında en önemli konu, işletmelerin kendisi olma kuralıdır. Pazarlama dünyasında çok karşılaşırız. Rekabet sonucunda kendine özgü yaratıcı markaların nasıl güçlendiğine ve başarılarına şahit olmuşuzdur.  Taklit ederek asla bir yere varılmaz. Arkada izler bırakacak hikayeler olmalı. Robert Frost’un çok güzel bir sözünü hatırlatmak isterim. “Ormanda karşıma iki yol çıktı ben az gidilmiş olanı tercih ettim.”

Başarı için, hiç olmayanı yapmalı, kimsenin gitmediği yoldan gitmeli, özgün bir hal ortaya koymalı. Kişilikte, üslupta, durumda, mekanda, ekolde, işletmenizde ve yaşamınızda “nev-i şahsına münhasır” olarak anılmanızı  dilerim.

Ayşen Arıduru

Lütuf

CEO’s Üst Düzey Yöneticilerin İş ve Yaşam Dergisi/2009/Sayı:63

İnsana bahşedilen en önemli şey…. Lütuf.. Hep var aslında. Değerini bilmeli.. Kişi karar verinceye kadar, karar verdiği şeye kendini adayacağı zamana kadar tereddütler yaşar, girişler ya da geri çekilmelerin içinde bulur kendini. Lütuf bazen beklemediğimiz bir anda şaşırtıcı olabilir bazen yavaş yavaş onu kendimiz elde ederiz. Yaptıklarımızın hayatta bir sonucu var, iyi ya da kötü. İyinin de bedeli var, kötünün de… Ama bize gelen lütfu, eğer gerçek bir lütuf olarak nitelendirebiliyorsak bu iyi. Evren bizi lütuf/larla ödüllendirir. Yaşama karşı haz ve heyecan duyarız. Bitmek bilmeyen bir gücün ve neşenin  içindeyizdir. Ne istediğimizi bilerek yaşamak, amacımıza uygun odakların içinde kalarak kendimizin farkındalığının yaratımına neden olacaktır. Daha net, daha rahat, daha sakin ve daha yalın hissedeceğiz kendimizi. Sonuçların sorumluluğunu almalıyız. Bahaneler değil, sonuçlar önemli. Şu an içinde bulunduğumuz şartları belirleyen tek şey bizim verdiğimiz tepkiler ve yaklaşımlardır. Kontrol bizde. Yaşamımızın kontrolü….Dengeyi de dengesizliği de, istikrarı istikrarsızlığı, var olmayı ya da yeterince var olmamayı seçen,  yönlendirebilen, hangisi olmasına karar veren biziz. Bazen lütfun ne olduğunu anlamayız. Başımıza gelen şeyleri birbirleri ile ilişkilendirebildiğimizde ancak farkına varabiliyoruzdur. Ya da her neyse onu lütuf olarak kabul edip etmediğimiz de bize bağlı çoğu zaman.

Nerde en büyük karanlık varsa aydınlık o kadar büyüktür. Işığı nasıl algıladığımıza bağlı. Evrendeki hiçbirşey değişmez aslında, değişen şey insanların algılarıdır. Zorluklar, sıkıntılar engeller ne kadar büyükse, o kadar büyük bir başarı ve ödül vardır. Her olayın bir gerçekleşme nedeni vardır. Hiçbir şey tesadüfen, kötü ya da iyi şans nedeniyle gerçekleşmez. Yaşamımızı etkileyen, başarıları, başarısızlıklara sebep olan insanlar ve olaylar aslında kimliğimizi,  karakterimizi yaratırlar. Hiçbirşey sonsuza kadar iyi ya da kötü devam edemez.

Kendimizi lütfa değer bir duruma getirirsek, onunla karşılaşıp karşılaşmayacağımız konusunda endişe duymayız. Çabalarımız, bunu ergeç sağlayacaktır. Gayret etmezsek, arzuladığımız lütuf bize gelmeyecektir. Bu gerçekliğe  duyulan inanç ve umut çok güzeldir. Hak edecek birşeyler yapmak gereklidir.

‘’Eğer bir insan onu rüyasında görmeseydi, başka bir insan onun yapılabileceğine inanmasaydı, bir başkası da onun yapılmasını istemeseydi, göklere değecek bir şey yapılamazdı. ‘’ Charles F. Kettering .

İşte lütuf denen şey, en son ulaşılan nokta yani sonuç…. Yani hayal edenin de , inananın da, isteyenin de, ulaşılan sonuç itibariyle bunu, ne kadar lütuf olarak değerlendirebildiği ve kabul ettiği. Ya da hayal edebilmek, inanmak ve istemek de bir lütuf olabilir. Biraz da biz yaratıyoruz ve çekiyoruz kendimize. Yeterince güçlü istersek bize bir armağan olacaktır. 

Bize verilen lütuf anında, heyecan ve coşkuya kapılabiliriz. Yavaş yavaş sindirmek, şımarmamak bir erdem olacaktır. Doğru şekilde ve de dengeli davranmak iyi. Ve kıymetini bilmek şart.  Lütfu istiyorsak önemsiz şeylerle zamanı boşa geçirmemeliyiz. Hem kendi içsel gücümüzü , düşünsel gücümüzü isteğimizi ortaya koymalıyız. Eğer yavaşlarsak ya da hiçbirşey hissetmez ve onu hakedecek şekilde birşeyler yapmazsak o bize gelmeyecektir.

Birden fazla lütuf karşımıza çıkabilir. Sebebi de herşeyden önce bizizdir. Bunları bazen görmeyi bilemeyiz, bazen görür değerlendiririz. Hayatımıza sunulan bu olumlu durumları, şans olarak da görebiliriz, öncelikle şükretmek gereğinden, sonrasında bu durumlara layık olmaktan, doğru ve dengeli tavırdan söz ediyorum. Başka türlü durumlarda, olumsuz sonuçlarla karşılaşma riskimiz yüksek. Herkes için umut var, doğal olarak da herkes için lütuf var. Herkes onu farkedemeyebilir. Herkes bunu alamaz, buna hazır ya da razı değildir. İstenir ama beklenir. Bu süreçte ise kendimizi hazırlarız. Egolarımızdan kurtuluruz, zayıf noktalarımızı analiz ederiz. Birçok konuda kabullenme duygusu yaşarız. Herşeyden önce bize sunulan yaşamı bir lütuf, bir armağan olarak algılamak gerekli.

Ne olduğunu anlamakta zorlandığımız, anlamlandıramadığımız, zihnimizdeki yoğunluğu, çok sesliliği, kaosu, susturmalıyız. İçimizdeki karışıklığı, çatışmaları durdurmalıyız. Hevesin, coşkunun evrende bize nasıl iyilikle geri döneceğini göreceğiz. Dingin bir ruh, rahatlamış bir düşünceler ağı, ne istediğini bilmek, ılımlılık ve yansıtılmış bir varoluşla, kutsal armağanları beklemeliyiz. Gelen armağanların ise dönüştürücü ve değişim gücü olacaktır. Doğal gibi görünecekler. Doğalmış gibi davranırsak, lütuf geri çekilecektir. Bu nedenle her sunulmuş ve gelmiş olan şeyi kaybetmemek için idrak ve idare etmemiz, ona güvenle sarılmamız, hassas olmamız, üstün bir şey gibi hissetmemiz ve konsantrasyonu sağlamamız gerekiyor. Çünkü belki de o an sorunlarımızın tamamen çözücüsü bir durum olabilecektir. Bunu alabilecek, değerini anlayabilecek kadar kapasitemiz olmalı ve onunla işbirliği yapmalıyızdır. Onu istedik ama düşüncelerimizle, eylemlerimiz mutlaka içten ve uyumlu olmalıdır.

İkram edilen şey, lütuf, şans, bizim sebep olduğumuz, beklediğimiz, karşılaştığımız,  sebep olduğumuz, her ne ise  yine de bizim üzerimizdeki daha yüksek bir güçten geldiği kesin… Mistik bir enerji. Ve yukarıda saydığımız şartları kendinde sağlayan, hazır olan, entelektüel farkındalığa sahip olan insanlar için muhtemel gelebilecek bir şey. Lütuf ya doğal yolla karmadan genetik kodlardan kişi hak etttiği için gelecek ya zor, çaresiz anlarda ama uygun şartların oluşması durumunda ve ihtiyaç duyulduğunda gelecek…Ya da kendini gerçek anlamda gerçekleştirme anında ve talep ettiğimizde….

Bu nedenle içten bir şekilde kendimizi hazırlamalı ve güçlendirmeliyiz. Gerekli zamanı ayırmalı, gerekli çabayı sarfetmeli, kendimizi bilmeli ve çekebildiğimiz kadar yukarıya çekmeliyiz kendimizi. İşte böyle bir zamanda, başka bir gücün, bizi karşılıksız olarak daha da yukarıya çektiğini göreceğiz.

Kabbalah’dan bir parça… ‘’Arzulamazsanız, elde edemezsiniz. Işık, sadece güçlü bir arzunun olduğu, almak için can atılan yere gider. ‘’

Ruhsal gelişimde, güçlü bir arzuya sahip olmazsak, bağlantıyı kaybederiz. Arzu bir lütuftur. Sürecin bir parçasıdır. Sürekli çaba göstererek kendimizi zorlamalıyız. Bir sonraki arzu dalgası gelene kadar vermeli ve içimizi boşaltmalıyız. Işık icin çok büyük bir arzu duyduğumuz zaman, ışıkla birlikteyizdir.
Heyecanlandığımız, ilham aldığımız anlarda, mutlu olduğumuz, sevgi hissettiğimiz ya da yeni bir şey yarattığımız zamanlarda ışığı hissederiz. Tüm bunlar Işıkla ilişkilendirebileceğimiz deneyimlerdir.  

Herkesin tüm yaşam süresince en güzel, en ihtişamlı lütuflarla buluşmasını diliyorum.

Işıkla kalın….

Ayşen Arıduru

Heves

CEO’s Üst Düzey Yöneticilerin İş ve Yaşam Dergisi/2009/Sayı:61

Hepimizde var olan bir duygu. Bazen çokçabuk ortaya çıkar ve çokçabuk bitebilir. İlk adım heves etmek. Başlamak için gerekli. Bitirmek içinse isteme duygusu olmalı. Yoksa heves orda biryerde bitecektir. İsteme daha bilinçli.. Heves anlık olabiliyor çoğu zaman. Zaten çabucak geçebilir. O kadar hassas bir duygu ki, en ufacık şey, kırılmasına neden olabilir. Kırılmaması gereken bir hassas değerdir.  İlk safhada hissedilen hevesin şiddeti ile zamana bağlı gelişen şiddet farklı olabilir.

Heves anda gerçekleşen, güçlü bir heyecanlı istektir. Devinir. İstemeden farkı, yarattığı sabırsızlık. Hoş bir duygu hepimiz için. Heyecanlı bir isteyiş, bekleyiş. Arzu dolu ve motive edici. Heves edip, sonrasında hayal kırıklığı yaşanırsa bu işte zor bir durum. Şevk kırılması denen şey. Bazen fantezi bir durum. Nefsin arzusu.

Kendimizi bildiğimiz ve tecrübeler edinmeye başladığımız anlardan itibaren, heves ettiğimiz çok şey oluyor. Kalıcı hevesler, isteğe dönüşecek ve başarıya neden olacaktır. Bu duyguların, ilk, kendimize faydası dokunsun. Heveslendiğimiz ve bu yolda attığımız adımlar bize mutlaka geri dönecek ve sonuçlara yansıyacaktır. Hızlı şekilde bitmesine izin vermemeliyiz. Ya da heves ederken iyi düşünmeli, temkinli olmalıyız. Arkası dolu olmalı. Ya da bu heyecanın peşinden gitmeliyiz. Heves duyduğumuz şeyleri, olumlu anlamda gerçekleştirdiğimizde karizma yaratacaktır. Karizma, sahip olduğumuz yetkinliklerin toplamı. Hobilerimiz, tavrımız, yapabildiklerimiz, başarılarımız, yaklaşımlarımız, bakış açımız, kişilik özelliklerimiz, bilgi, beceri ve kabiliyetlerimizdir. Sahip olduğumuz tüm donanımlarımızı etkili şekilde ortaya koyabiliyorsak, kendimizi memnun edeceğiz, sonra tüm bu yeteneklerimizi başka insanlar ve olaylar için kullanma şansına sahip olabiliyorsak, bu çok değerli olacaktır. Daha da güçleneceğiz.

Herhangi bir konuya heves ettiğimizde bunu sonuna kadar başarabiliyorsak o zaman kişiliğimize, özbenliğimize  bir anlam katmış oluyoruz. Çekici ve cazip taraflar oluşuyor. Geçici hevesler insanı yıkabilir de çoğu zaman. Ölçü önemli.  Yaşamdaki etkinliklerde, içinde bulunduğumuz ruhsal ve fiziksel boyutta gerçekleşebilen efektlere yer vermeliyiz. Bu efektler bizi daha da farklı kılacak, büyütecek. Daha özel bir yerde olacağız.

Tüm yaşamı yöneten değişim sürecini anlamak için, heyecanı ve hevesi canlı tutmak lazım. Elbette boş hayalle değil, farkında olarak, farkındalığı içimize daha da aktararak, inanarak ve üzerine giderek.

İstek gücü, kendinden emin olma, güçlü motivasyon, dinamizm, kendini adama, cömertlik, olgunlaşma, inançlarımızı geliştirme sürecindeki heveslerimiz….

Yaşama arzusu, yaşamı kabul etme, olgunlaşma, özgür ruh, özgür irade, bağımsızlık ama sorumluluk içindeki heveslerimiz…

Coşku, sabırsızlık, heyecan, rekabet içindeki heveslerimiz…

Fırsatlar, çatışmalar, yanlışlar içindeki heveslerimiz…

Yenilik, değişim içinde, sevinç içinde, spontane gelişen heveslerimiz…

Cesaret, imrenme, savunma anındaki heveslerimiz…

Sahip olurken, sahiplenilirkenki heveslerimiz…

Zafer kazandığında, tatmin olurken, ödüllendirilirkenki heveslerimiz…

Yeteneklerinin farkında olduğunda olan heveslerimiz…

Paylaşırken olan heveslerimiz…

Zamanla gelişen heveslerimiz…

Varlığımızın ve varolan herşeyin farkında olduğumuz andaki heveslerimiz…

İletişimin odağındayken oluşan heveslerimiz…

Kural, kuralsızlık, asilik içindeki heveslerimiz…

Beklenmedik anlarda ortaya çıkan heveslerimiz….

Sevgi içindeki heveslerimiz…

Popüler olmak isterken oluşan heveslerimiz…

Cezbeden heveslerimiz…

Yaşamdan aldığımız tatların içinde oluşan heveslerimiz…

Mümkün olan ya da imkansız ve çaresizlik içindeki heveslerimiz…

Oluşan bağların ilgisinde olan heveslerimiz…

Eşsiz ve vazgeçemediğimiz değerlerin içindeki heveslerimiz…

İrade içinde, atakken, altıncı hisle, haz, uyum ve sevgi içindeki heveslerimiz…

Huzur, güven, yeni proje, yeni fikir, üretirken, yaratırken olan heveslerimiz…

Kararlı, güven içinde, bilinçli heveslerimiz…

Tabiat ve mucizeler içindeki heveslerimiz…

Aşk içindeki heveslerimiz…

Siz hangi heveslerin içindesiniz?

Düşünsenize… Sürekli mi oluyor? Anlamlı mı, anlamsız mı, yoksa hiç mi oluşmuyor? Hep hayal kırıklığı mı, yoksa başarı mı? Yoksa hiç mi farkında değilsiniz? Yaşarken, yaşamınıza anlam kattığınız, yüklediğiniz, memnun olduğunuz şeyler ne? Yoksa sadece rutin bir yaşamın içinde, olması gereken şeylerin içinde misiniz? Olması gereken şeyleri mi yapıyosunuz hep?

Ne var sizi farklı kılan, ne var sizin farklı yaptığınız şey? Nedir sizi mutlu eden şeyler? Yarattığınız, sınırlarını an an sizin belirlediğiniz yaşam yörüngenizin bile dışına çıkmayı deneseniz bazen. Alanı genişletebildiğiniz kadar ….o kadar özgür ve heveslisiniz demektir… Kabullenme… herşey, her zaman iyi değil, herşey, her zaman başarılı sonuç değil. Başımıza gelen şeyleri ne kadar kabul edebiliyoruz, benimseyebiliyoruz? Kaldığımız yerden hangi güçle, hangi sakinlikle devam edebiliyoruz? Ve neyi değiştirebiliyoruz? Kabullenip, akan yaşamımıza yön verebilme yetkinliğimiz ve hevesimiz hep var mı acaba? Yükselebiliyor mu, yoksa yıkılıyor muyuz?  Ne kadarını tolere edebiliyoruz? Ne kadar etkileniyoruz ve bu etkiler ne kadar hasar bırakıyor? Yoksa daha mı dinginiz?  

Su yolunu bulur, su, varolan boşlukları da doldurur. Ve herşey olması gerektiği gibi zaten olur. İçimizde tutmamak ve bu kadar da üzerinde durmamak, derine gitmemek gerekiyor bazı şeylerin. Çünkü en önemli olan kendimiz, iyi olan hislerimiz ve nefeslerimiz. Çok güçlü bir nefesle, bakışlarımızı, düşüncelerimizi bambaşka bir yöne çevirebilme gücümüz olsun.

Ne yapacağımız hakkında bir ipucunun bile olmadığı durumlarda, bir şey yapmak hiçbişey yapmamaktan daha iyi olacaktır. Hareket halinde olmak, değişim ve motivasyon sağlayacaktır. Yaptığımızın doğru olmadığını anlasak bile, yolumuzu değiştirme şansımız olacak. Bu süreci ise hırpalanmaya izin vermeden geçirmek, ve çözüme odaklanma iyi. Şaşırtıcı anlarla karşılaşılabilir, verimsiz döngülerden uzaklaşmalı. Vazgeçmeden yola devam…Yoğunlaşarak ya da bazen daha yüzeyde olarak.

En büyük zorluklar daha güçlü kılıyor, fırsatlar yaratıyor, geliştiriyor aslında. Her gün, yeni bir gün. Yeni bir başlangıç, yepyeni heveslerle başlıyor. Her zorluk olgunlaşmak ve büyümek için. Öngörüler, gelecekle ilgili heves verici.

Düşünelim, nezaketle isteyelim, kıvamında olalım. Heyecanımızın enerjisine bağlanalım. Hevesimizin sesini duyalım. Kontrol edelim. Sürükleyelim tutkumuza. Heveslerimizle çekim alanı yaratalım. Seçimleri hep biz yapalım ve heveslerimizi de biz seçelim…

Ayşen Arıduru